Gerçek İslam

Birkaç gündür hava bahar gibi. Fena yanı şu ki, içimdeki iyilikler tomurcuklanacağına, kötü yanlarım çiçeklendi. Dilipak ve Taşgetiren’in maruz kaldığı manevi işkenceyi, adeta zevkle seyrediyorum.
Hayatlarını İslam’ın muzaffer olmasına adamışlar ve… Hale bak, İmam Hatipli genç kızlar K-Pop izliyor, toplum şuraya savrulmuş, Reis hep başkalarına kulak veriyor ve saire… Can mı dayanır?
Önce zat-alilerine ve elinde kalem olmayan muadillerine diyeceğimi diyeyim: Geçmiş ola… Şeyin biri çıkıp “şeyinin kılı olayım” dediğinde adamınız “höt, olur mu lan öyle şey, bize insan lazım” demediğinde bir duraklayacak, sitemlerinizi edecektiniz. Olmadı, ıskaladınız, 15 yaşındaki çocuğunu kaybetmiş bir anayı bir meydan şey kılına yuhalattığında, “yakışmadı” diyecektiniz. Yakınlarını göçük altında kaybeden insanlara dayılandığında veya…
Bunları “bana göre öyle yapmalıydınız” diye demiyorum, sizin kendinizi adadığınızı söylediğiniz bilgi sistemi öyle gerektiriyordu.
Bir mevtanın cenazesi defnedildiği yerden çıkarılmak zorunda kaldığında, olay ufkunu aşmış, karadeliğe düşmeye başlamıştınız. Ama hiç değilse orada sesiniz çıksaydı, bir ihtimal… Hiç değilse kendinizi temizlemiş olurdunuz.
Kayıp-kazanç hesaplarına daldınız. Basit aritmetik bilgisiyle, “şuradan şu kadar temiz su doluyor, buradaki lağım çatlağından sızanı görmezden gelelim” demek yanlıştı. Dünya aritmetik bilgisiyle kavranabilir şey değil.
***
İslam’ı benden filan korumaya değil, içindeki pisliklerden temizlemeye çalışacaktınız. Şimdi “gerçek İslam bu değil” teranelerinin hiç manası yok. Gerçek, gerçekleşmiş olandır. Yani gerçek İslam, aha işte şu gördüğünüz rezillikler toplamıdır. Çünkü İslam’ı, elbirliğiyle, rezil bir çetenin mülküne geçirdiler. Siz de klavyelerinizden destek oldunuz.
Yılmaz Özdil, Zeynep Osman’la görüşmüş. Yıllar yılı “bugünkü bütün başarısızlıklar Osmanlı’nın hıyanetinin neticesidir, bizde kusur yok” diyegelmiş bir çizginin geldiği nokta ibret verici: Osmanlı’nın gelini ellerinden tutsun da ayağa kalkabilsinler diye hayal kuruyorlar. Bu ülkede bir tek Osmanlıcı, saltanatçı yoktu. Özdil gibiler, kendi çizgilerinin beceriksizliğini, başarısızlığını gizlemek, talan düzenlerini sürdürebilmek için, yıllarca, itiraz eden herkese “seni Osmanlıcı” diye parmak salladılar. Birilerini düşmanlaştırıp, Cumhuriyeti onlardan korumak vazifesi imal ettiler ve o kadrolardan geçinip gittiler. Hâlbuki Cumhuriyet başarısızdı. Ondan şikâyetler vardı. Cumhuriyeti tamir etmek yerine, onu korumaya kalktılar —boylarına poslarına, zekâ seviyelerine bakmadan…
Hayat böyle. Boyunuza posunuza, zekâ seviyenize bakmadan kendinizi İslam muhafızlığına atadığınızda… Aha işte gerçek İslam, bir yalan dolan, utanmazlık, talan düzeni halini alır. Bütün bunlardan nemalanan pisliklerin, hızla büyüyen çatlaktan sızanların yanında durmak istemeyenler, burnu koku alan insan gibi insanlar, gider şifayı K-Pop’ta filan arar.
Özdil gibileri muhatap alıp, bugün size söylediklerimin simetriklerini otuz yıl boyunca onlara söyledim: “Düşmanınız düşman gördükleriniz değil, sizsiniz” diye, “boş verin Cumhuriyeti korumayı, ıslah etmeye çalışın” diye… Bir tek kişinin ezberinde bir tek çizik oluşturamadım. (“Ay ben ne zekiyim, anlamadı aptallar” deme derdinde değilim. Beceremedim, kifayetsiz kaldım, kabahat bendedir.) Dolayısıyla biliyorum ki, sizde de bir tek çizik oluşmayacak. Debelendikçe batacaksınız.
Üzülmem gerekiyor, ne yazık ki üzülemiyorum.
Kendilerini Cumhuriyetin muhafızlığı kadrolarına atamış olan hadsizler sürüsü, kendileriyle birlikte Cumhuriyeti de batağa sürüklediler. Siz de sadece kendiniz batmıyorsunuz, İslam’ı da birlikte sürüklüyorsunuz.
Üzülmem gerekiyor, ne yazık ki üzülemiyorum.
***
Başkalarına vaadi olmayan hiçbir bilgi sistemi hayatta kalamaz. Sadece kendi çevresine hitap eden her söz, her gün biraz daha daralan bir odada yankılanarak, neticede sadece kaynağından duyulan, kaynağında da kulakları sağır eden bir gürültü halini alır. Dünya bu kadar küçük, herkes bir diğerine bu kadar yakın değilken bile böyleydi bu. Şimdi? Haydi haydi öyle.
Daha önce demiş olmalıyım, hayatta en çok kıymet verdiğim aforizmalardan biri, “ancak vahşiler kendini korur” aforizması. Kendini korumak zorunda kalan her bilgi sistemi de vahşidir. Kendini korumak zorunda olan bir Cumhuriyetin kimseye faydası yoktu —onu koruma kadrolarından nemalananlar dışında. Kendini korumak zorunda olan bir İslam’ın da kimseye bir vaadi, bir faydası olmaz. Başkasına faydası olmayan da… Ölür.
Ama siz dua edin, belki de ölmez.
Siz dua edin de, adil bir yaratıcı, sizin gibilerin dualarını kabul eder mi? Cevabını siz verin. Reisinize “ama öyle değil” diyenin içeri atıldığı bir düzene “ama İslam’ı korumamız lazım” refleksiyle tuğla taşıyanların duasını kastediyorum. Herhangi bir rakibiyle eşit şartlarda rekabet etmeye vasıfları elvermeyen bir acizden bu çağın Ömer’i illüzyonu üreterek İslam’ı korumaya yeltenen sizin gibilerin duasını…
Dua, sizin zannettiğiniz şey değil. Dua yukarıda bir yerlere ulaşan, yukarıdan bir müdahaleyi tetikleyen bir şey değil. Dua, dua edeni değiştiren, güçlendiren, öyle işleyen bir şey. Mazlumun duası kabul olur. Çünkü mazlum, dua ederek, bugüne katlanma gücü kazanır. Dua ederek dünyayı değiştirmez, kendisini tahkim eder. Siz şimdi, ne için dua edeceksiniz? Reisiniz ve Süleyman’ı bugün de şu rezilliklere imza atsınlar diye mi? Benden duymuş olmayın ama o dualar kabul olmaz. Reisiniz ve Süleyman’ı elbette her gün yeni bir yığın rezilliğe imza atacaklar ama sizin dualarınız yüzünden değil, rezil şeyler olduklarından…
Sizin her duanız, birilerine beddua. Sizin her duanız, suçsuz günahsız bir yığın insanın, bütün suçları sizin gibi olmamak olan bir yığın insanın hayatının kararmasını talep ediyor. İslam’ı bu hale siz getirdiniz. İslam’ı rahmeti aranızda üleşilecek bir şey haline siz getirdiniz. Aha, üleşin. Aranızda üleşmeye kalkınca bir rahmet kalıyor muymuş, görün.
Üzülmem gerekiyor, ne yazık ki üzülemiyorum. Beni de bu hale siz getirdiniz. Acı çeken birilerinin haline üzülemeyecek hale…