Kadınlar, Erkekler, Barbarlar, Medeniler

Berktay devam etmese de ben şu kadın, evlilik, özgürlük meselesine devam etmek niyetindeydim. Tam da az sonra yapacağım gibi devam etmeyi düşünüyordum. Ki… Berktay yine şahane bir pas attı.
Ortaçağ Avrupa’sında barbar kavimlerin evrimleşme süreçlerinde fevkalade özel bir takım muammalar görmüş ve çok derin olduğunu varsaydığı sorular soruyorken diyor ki mesela (imlaya dokunmadım): “
“Her nasılsa, Duby’nin Feodal Devrimi ve ona eşlik eden Derin Hıristiyanlaşma sürecinde dahi, kuzey Avrupa toplumlarında kadınlar kamusal alandan tümüyle dışlanmadı. Dinî kurallar yoluyla eve kapatılmadı ve örtünmeye zorlanmadı. Devlette ve siyasette varoldu (kraliçe ve imparatoriçeler, prensesler, düşes ve kontesler, çeşit çeşit leydiler). Erkekler tarafından sözleri dinlenmeye devam etti. Giyim kuşamları, dekolteleri, mücevherleri, saç tuvaletleri ile güzellik ve çekiciliklerini sergilemelerine olanak tanındı. Bu sayede onlara alenen, serbestçe kur da yapılabildi; şiirler gönderilebildi; saray ve şatoların büyük salonlarında dizlerinin dibine oturup saz çalınabildi, şarkı söylenebildi. Meselâ soyut kalıpları ve katı mesafeleriyle Osmanlı divan şiirinden çok farklı, çok daha dolaysız, çok daha reel ve bireysel bir aşk şiiri ve aşk sanatı doğdu.”
Hikâyenin tamamı son derece tanıdık esasında, sadece alıntıladığım kesim değil. Mesela Sabin kadınlarının topluca kaçırılması hadisesi, esasen, erkekler arası bir faaliyet olan savaşın temel motivasyonlarının başında kadın olmasının bir sembolünden ibaret. Türbülansa girmiş bir toplumda düzenin tesisi için kargaşanın ihraç edilmesi numunesi olarak Haçlı Savaşlarına da değinmiştim mesela.
Mevzumuz açısından esas tanıdık olan ise…
“Eğdirme fesini yar yar kalkar da giderim / Evini başına yar yar yıkar da giderim” sözlerini duyduğunuzda yadırgıyor, irkiliyor musunuz? Hayır. Ama benzer bir muhtevayı herhangi bir divan şairinden bekleyemezsiniz. Zaten kadın ağzından yazılmış bir şeyi bekleyemezsiniz de böyle cüretkâr bir meydan okumayı da bekleyemezsiniz. Dahası, bu kadar dolaysız, doğrudan bir ifade tarzını da bekleyemezsiniz.
Yani?
İstanbul’da sarayda söylenenler, söyleyenler, söylenebilenler ile saray dışında söylenenler, söyleyenler ve söylenebilenler arasında derin bir uçurum var. Her toplumda ve çok uzun süredir var. Muhtemelen Latium ile Sabin arasında baş vermeden çok önce, henüz Çin Seddi inşa edilmeden önce, az çok benzer gerilimler, Çin Sarayını ele geçirmiş olan Orta Asya topluluklarının beyleri ile ele geçirmeye çalışan geride bırakılmışlar arasında zuhur etti.
Erkeğin meselesi kadındır. Meselesi zenginlik gibi görünen erkeğin meselesi kadındır. Meselesi kudret gibi görünen erkeğin meselesi kadındır. Meselesi six-pack gibi görünen erkeğin meselesi kadındır. Zenginlik, kudret, six-pack veya her neyse, neticede alıcısı kadın olan pazarda, tezgâhtaki bir nesne olan erkeğin kendi albenisi artıracağı varsayıldığı için meseledir erkek açısından.
Kadın seçer. Yani teknik olarak bakıldığında özgür olan, karar verme imkânına sahip olan kadındır. Eğer Çin sarayında veya Roma sarayında veya İstanbul sarayında kadın ağzından, kadınların tercihini dile getiren, süslenip püslenmeden dolaşıma sokulabilen laflar edilemiyorsa, kadınların –yani bazı kadınların, yani saraya kapağı atabilmiş olan kadınların– tercihlerin dolaylı neticesi o.
Kadın dediğin çeşit çeşit yani. Bugün bazı kadınlar bütün kadınlar adına konuşuyormuş gibi pazarlıyorlar kendilerini ama gerçeklik öyle değil. Sesi çok çıkan cazgır kadınların gündemlerini, tarzlarını zerre kadar paylaşmayan sayısız kadın var ve fakat sesleri çıkmıyor.
Bütün bunları neden mesele ediyorum?
Çünkü mesele, Berktay’ın zannettiği gibi, Avrupa Ortaçağına has, özgürlükçü kavimlerin kuzeyden getirdikleri bir takım değerlerin döllediği, benzersiz –tarihte nasılsa bir defa zuhur etmiş– bir hal filan değil. Bütün saraylar ile saraydan uzaklaştıkça otoritenin seyreldiği taşra arasında sürekli yaşanan bir gerilim.
Taşra iktidarı ele geçirince dönüşür –evrimleşir. O dönüşmelerin her biri biriciktir. Ama dönüşmenin gerçekleşmesi hali son derece sıradan, her defasında tekrarlanan bir hal. Yani evrim mütemadi bir hal ama ürettiklerinin her biri biricik, benzersiz.
***
Gelelim “gelse o şuh meclise” ile “evini başına yıkar da giderim” arasındaki farka.
Birincide, adeta acınacak bir çaresizlikle yalvaran bir erkek var. Sadece kendi adına da değil, meclisin bütün erkekleri adına yalvaran bir erkek. Ümitsiz bir bekleyiş. Olmayacak olan olsa da o şuh meclise gelse… O vakit bile erişilebilecek menzil son derece sınırlı. Sonra bu hikâyeye bakıp, erkek egemen bir kültür görüyoruz. Söyleyen erkek diye mesela. Veya meclise gelen şuhun utangaçlıktan yüzü pembeleşecek de, yani erkeklerin taleplerine göre tepki göstermek zorunda kalacak da filan diye…
İkincide ise yâri fesini eğdirirse evini başına yıkıp gidecek, özgür görünen bir kadın var. Ve lakin… Burçak tarlasında çile dolduran o.
Hayat böyle. Yani şurada bir şeyler kazandın mıydı, burada bir şeyler kaybediyorsun. Kadınlar için ve erkekler için genel kayıplar ve kazançlar var, sarayda şöyle taşrada böyle gibi. Ama esasen oyun, her bir kadın ve her bir erkek için ayrı ayrı, yeniden kuruluyor.
O her bir kadın ve her bir erkeğin her biri biricik olan hikâyeleri ihmal etmezsek işin içinden çıkamayız, evet. Her bir kadının ve her bir erkeğin biricik oyunları romanların filan konusu olabilir, tamam. Politik olan, genel olarak kadınların ve erkeklerin temas noktasında zuhur eden ilişkiler, peki. O vakit, kuzeyden göçen kavimlerin fethettikleri medeniyetler ile aralarındaki karşıtlığın orijinal bir yanı yok.
Bin küsur ilkel kabile üzerinde gerçekleştirilen kapsamlı çalışmalara göre, Çin, Roma, İstanbul sarayları gibi saraylarla hiç temas etmemiş insan topluluklarının sadece yüzde 15’i monogam. Kalanların arasında son derece küçük bir azınlıkta çok-kocalılık var. Kalan yüzde 85’in neredeyse tamamı çok-karılı. Öyle kapitalizm, mülkiyet ilişkileri filan şeytanların uğramadığı sosyolojilerden söz ediyoruz. Buna mukabil, kapitalist dünya denince akla gelen dünyanın tamamı monogam. Uzun süredir monogam.
Kapitalizm, monogami, kadın hakları filan gibi şeyler arasında dolaysız ilişkiler kurmaya kalkmayacağım, serin olun. Ama bir yandan tüketime sövüp sayarak vahşi hayata övgüler dizip, kapitalizme sövüp, öte yandan kadın haklarını monogami ile ilişkilendirip monogamiye manasız manalar yüklemekler filan…
Tekrarlayayım, bu kavram haritasıyla açılabilecek bir yol yok. Ama bu hususta söylenebilecek çok şey var.