Orban mı, Ardern mi?

Halil Berktay Serbestiyet’te sormuş: “Peki ya bugün? İsrail’in politikalarına karşı olmak ile Yahudi düşmanlığını ayırdedebiliyor mu bu memleket?” Cevabını vereyim, evet, ayırdedebiliyor.

Nereden biliyorum?

Beş yıl önce İzmir’de, Harvard’ın Implicit Association Test’inden (IAT) ilhamla geliştirdiğim bir testi, rastgele seçilmiş çok sayıda İzmirliye tatbik ettim, oradan biliyorum.

Önce IAT nedir, nasıl çalışır hakkında bilgi vermekte fayda var. Girip kendinizi test edebileceğiniz, Türkçe sayfaları da olan projede, insanların tepki sürelerindeki farklılıklardan yola çıkarak, önyargıları hakkında tahminde bulunuluyor. Ben de kendi denememde, İzmirlilerin muhtelif kavramlar ve gruplar hakkındaki önyargılarını ölçmeye çalıştım. Araştırmanın en çarpıcı neticesi, İsrail bayrağı karşısındaki olağanüstü negatif tutuma Yahudi kelimesi ve sembolleri bahse konu olduğunda rastlanmamasıydı.

“Ama İzmir başka” denebilir, “senin ölçüm tekniğine neden güvenelim” denebilir —denmeli de zaten. Neticede dar bir alanda gerçekleştirilmiş bir denemeden söz ediyoruz. İyi ama benim iddialarımın aksini iddia edenlerin elinde o kadar da veri yok. Kemiksiz önyargı…

***

Türkiye’den memnun değilim. Ahalinin yaptığı tercihlerden memnun değilim. Tercihlerinin çok başka dinamiklerin ürünü olduğunu biliyor ve kabul ediyor olsam da, sıklıkla, vicdanlarını ve adalet duygularını yitirdiklerinden endişe duyuyorum. Veya, mesela Türkiye’de Yahudi olmanın kolay bir iş olduğunu da iddia etmiyorum. Saymakla bitmez dertlerim.

Ama…

Bu ahali ırkçı değil. Her geçen yıl daha da ırkçılaşıyor, her anlamda zıvanadan çıkıyor ama yine de ırkçı değil. İçinde sayısız ırkçı barındırdığına itiraz ediyor değilim ama bu tür konularda hüküm, muadilleri ile —yani diğer toplumlar ile— kıyaslayarak ancak verilebilir —içinde ırkçılar barındırmasıyla değil. Akşam’da yazarken Irkçı Senin Babandır adıyla bir yazı yazdıydım. Hâlâ o yazıyı yazarken durduğum yerde duruyorum.

Tekrarlayayım, ahalinin halinden ve tercihlerinden şikâyetçiyim. Ama dünyanın orasında burasında gözlenen her türlü musibetin bu topraklardaki izdüşümlerini arayıp, ilk işaretten bir teşhis koymakla entelektüellik yapmalara da muarızım. Esasen ahalide mevcut olan arızaların önemli bir bölümünün, mezkûr faaliyetleri entelektüellik yerine ikame etmekten kaynaklandığını düşünüyorum.

Berktay’ın saydığı isimler ırkçı —önemli bir bölümü ırkçı bile olamayacak kadar sığ hatta. Ama o isimlerin ahaliyi temsil kabiliyeti sıfır. Onlardan yola çıkarak ahali hakkında yargılar üretmek, kimsenin seyretmediği aHaber ve/veya okumadığı Akit’ten yola çıkarak ahali hakkında akıl yürütmek kadar manasız.

Siz bana inanmamayı sürdüreceksiniz ve ben bunları tekrarlayıp duracağım.

***

Gelelim Berktay’ın yazısındaki Yeni Zelanda meselesine…

Mevzu hakkında çok yazıldı, çizildi. Ben de yazdım ve yazdıklarımın arkasındayım, yani Yeni Zelandalılara şükran duyuyorum ve Başbakanlarına da derin bir saygı… Ancak mevzu hakkında yazılıp çizilenlerin hemen hepsi, benimkiler de dâhil, az çok aynı çerçevenin içinde kaldı: Minnet ve saygı. Hâlbuki işin başka bir boyutu daha var ve bence çok daha mühim: Orban’ın Macaristan’da yükselişinin oturtulduğu zeminde, tastamam aynı zeminde ama zıt tarafta gerçekleşen bir şeye şahit olduk. Ama kimse Orbangillerin yükselişi karşısında müracaat ettiği vokabülere müracaat etmedi.

Açıklayayım. Macaristan’da Orban —ve muhtelif yerlerde muadilleri— yükselirken, “insanlığın sonu” manasına gelebilecek kıyamet tellallığı yapanlar, Ardern ve vatandaşlarının performansını “Ardern ve Yeni Zelandalıların istisnai performansı” olarak okumayı tercih ettiler. Orban’dan yapılan genellemelerin zıddı, Ardern’den yola çıkarak yapılmadı. Neden?

Neden?

Bu asimetrik tutumun dayanağı ne? Belki de Orbangiller istisnai bir hal, esasen dünya Ardern ve Yeni Zelandalılar gibi… “Belki de” dedim ama esasen belki filan değil, aşikâr görünüyor ki, Ardern ve Yeni Zelandalıların sergilediği tutum daha yaygın. Daha yaygın bir kabul görüyor ilaveten. Dünyanın orasında burasında Sırp katillerini, Orban’ı, Netenyahu’yu, Trump’ı destekleyen insanlar zuhur etmiyor. Ama Ardern diye biri çıkınca? Dört bir yandan yankılanıyor destek.

Açıkça, dilimi ısırmadan iddia ediyorum: Dünyanın dört bir yanındaki sıradan insanlar, kendi toplumlarının entelektüel elitlerinden fersah fersah öndeler. Türkiye’nin ortalaması mesnetsiz, daha doğrusu —ve daha fenası— Özkökleri, Reşit Galipleri filan mesnet olarak kullanarak kendileri hakkında hüküm veren Halil Berktay’dan filan fersah fersah önde.

Yeni Zelanda tecrübesi bize gösterdi ki, Yeni Zelandalılar övgüyü hak ediyorlar. Ama aynı zamanda gösterdi ki, dünyanın dört bir yanındaki insanlar, Yeni Zelandalıları alkışlamaları gerektiğini bilecek kadar Yeni Zelandalılar. Türkiye’de milyonlarca insan da… Ama ne oluyor? Türkiye’nin entelektüel eliti, “ulan Yeni Zelandalıları görüyor musunuz, ne kadar medeniler” filan diyerek, ahaliye parmak sallıyorlar.

Ahaliye?

Sosyal medyaya bakarsak, hemen herkes topa girmiş. Yazdıklarıyla başlarını belaya sokmuş birkaç meczup dışında herkes de meseleye Yeni Zelandalılar gibi baktığını göstermiş. Mesele şu ki, o on milyonlarca kişiye tercüman olacak özneler yok ülkede. Daha fenası, kimse onları önemsemiyor, varsa yoksa o birkaç meczup. O meczuplardan yapılan genellemelerle ahalinin kalemi kırılıyor.

Yukarıda sözünü ettiğim entelektüel elit içinde Yıldıray Oğur, son dönemde pozitif ayrışmıştı. Berktay da onun ismini zikretmiş ve Karar’da yazdığı yazıdan söz etmiş. Mezkur yazıda Oğur diyor ki…

“Aslında bizim de gurur duyabileceğimiz, insanlığımızı bütün dünyaya gösterdiğimiz bir günümüz oldu.

“23 Ocak 2007 günü. 

“Irkçı bir suikasta kurban giden Hrant Dink’in cenaze töreninin yapıldığı gün.

“Şişli’den Kumkapı’ya yürüyen insan seli, bir günlük dayanışma için ‘Hepimiz Ermeniyiz’ ve ‘Hepimiz Hrantız’ dövizleri taşımıştı.”

Sonra, oturdukları koltuklardan başka bir kıymetleri olmayan, oturdukları koltuklara sıvaşmış birilerinin, o insan selinin tutumu hakkındaki zırvalamalarını sıralıyor. Neden o üç-beş kişi, Şişli’den Kumkapı’ya yürüyen insan selinden daha kıymetli? Neden Türkiye ahalisi hakkında hüküm verirken o üç-beş koltuğa itibar etmemiz gerekiyor?

***

Türkiye’de ahalinin sayısız kusuru var. Ama sizi temin ederim, biri önlerine düşseydi, bir cenazeyi defnedildiği yerden çıkarmaya zorlayanları tükürükleriyle boğarlardı. Önlerine düşen, kendilerine tercüman olan/olacak kimseleri yok. Dolayısıyla da Akit’e, Erdoğan’a, Süleyman’a filan bakarak Türkiye hakkında karar veriliyor. Orban’a, Trump’a, Erdoğan’a bakarak insanlığın istikbali hakkında tahminde bulunulduğu gibi.

Neden?

Kendi kanaatimi/zannımı söyleyeyim: Dünyanın hemen bütün toplumlarında entelektüel elit sınıfta kaldı. Toplumların çok gerisine demeyeyim ama toplumların çok dışına düştü. Münasebetleri kalmadı toplumlarıyla… Gerçeklikle irtibatlarını kaybettiler. Kendi yenilgilerini insanlığın yenilgisi zannediyorlar. Zaten periyodik olarak kıyamet senaryoları yazmaya teşneydiler, şimdi de bildikleri işi yapıp kıyamet senaryosu yazıyorlar. Sıradan insanlar ise, tantanasız, kibirsiz, insanlığa değer katmaya devam ediyorlar.

Entelektüel düşmanlığı yapmak, aklıma en son gelecek şey. Şimdi de derdim entelektüel düşmanlığı yapmak değil. Ama entelektüel elitin ezberlerinin günümüzün dünyasını anlamak ve açıklamakta son derece kifayetsiz kaldığı da aşikâr.

Politik•a•politik sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya Devam Edin