Protokol
Önce basit tespiti yapalım: Problem, gerçekleşen ile gerçekleşmesi beklenen arasındaki farktır. Kapıyı açtınız, elektrik düğmesine bastınız, ampuller yanmıyorsa… Problem var.
Problemin, bir problemimiz olduğunun farkına varmak bir şey, problemin ne olduğunu anlamak bambaşka bir şey. Siz düğmeye bastığınızda beklediğiniz olmuyorsa…
- Bütün ülkenin elektrik dağıtım şebekesi çökmüş olabilir mesela. Üstelik o durumda bile birçok farklı sebep olabilir. Vasıfsız teknisyenler şebekeye müdahale ettiğinden olabileceği gibi, ülke bir taarruza uğramış olabilir. Filan
- Sizin yaşadığınız şehirde şebeke çökmüş olabilir. Teknik bir arızadan olabileceği gibi, enerji yetmezliği yüzünden sizin yaşadığınız şehri gözden çıkarmış olmalarından da olabilir.
- Evinizin sigortası atmış olabilir.
- Sadece, bastığınız düğmenin tetiklediği ampul yanmış olabilir.
Problemin varlığının farkına vardığınızda, onun ne olduğunu anlamış değilsiniz yani. Ve dahası, problemin sebebini teşhis edebildiğinizde… Sadece çaresizliğinizi teşhis etmiş olma ihtimaliniz de hiç düşük değil.
(Geçerken söylemiş olayım: Anlamak nadiren problemi çözer. “Hmm, sigorta atmış” veya “ampul yanmış” ise, evet, problem sizin kendi başınıza çözebileceğiniz bir ölçekte sayılabilir —o da sizin becerinize bağlı, mesela ben öyle olduğunu anladığımda da çözemeyebilirim. Sokakta elektrik kesilmiş ama az aşağıda varsa, bir ihtimal trafoda bir arıza vardır, ararsınız ilgili mercileri. Anlamak size problemi çözme imkânı vermese de ne yapacağınızı tayin etme imkânı verebilir yani. Ama çok zaman, mesela elektrik üretiminin talebe yetmediğini anladığınızda, yapabileceğiniz bir şey yoktur. Karşı karşıya olduğumuz problemlerin büyük bölümünün karakteri böyle. Ve fakat, sanki sigorta atmış gibi davranıyoruz.)
Dünyanın bir problemi var. Yani, en azından bazılarına göre, dünyanın bir problemi var. Mesele onların bastığı düğmelerin, onların odasını aydınlatmaya yetmemesinden ibaret değil —en azından bazılarımıza göre.
İlk tespitimize dönelim. Gerçekleşen bir dünya var ve fakat problem de varsa… Demek ki, en azından bazılarımız için, gerçekleşmesi beklenen bu değil/di. Neydi, nasıl bir dünya beklentisi içindeydik? Neye yaslanarak başka bir dünya beklentisi içindeydik? Zannımca, bu soruları atlayıp, “ne yaparsak dünya bizim beklediğimiz gibi davranacak” sorusuna zıplıyoruz.
İyidir, itirazım yok.
Ama…
Evinizin kapısını açıp düğmeye bastığınızda hol aydınlanabiliyordu ise, bu aydınlatıverme işini sizin, kendi iradenizle, kendi emeğinizle becerdiğiniz hissine sahip olmanızda anlaşılmaz bir şey yok da… Bir yerlerde bir takım santraller kurulmuş olmasa, elektrik üretilmese, o elektrik devasa —ve işleyip durması son derece hassas hesaplar, işlemler gerektiren— şebekeler vasıtasıyla sokağınıza, evinize getirilmese, evinizin tesisatı doğru dürüst kurulmuş olmasa, öte yanda birileri ampuller üretmese… Sizin bir düğmeye basmanızla olacak iş değil yani…
(Geçerken söylemiş olayım: Mesela “iyi de CIA şöyle yapmasaydı, o iş de öyle olmayacaktı, demek ki hesabı CIA’ye kesmemiz gerekir” filan gibi akıllar yürütmek birçok durumda çok manalı değil. Evet, düğmeye basmazsanız hol aydınlanmayacak ama düğmeye bastığınızda aydınlanması için, sizin düğmeye basmanızın yanında, ondan çok daha karmaşık bir yığın işin gerçekleşmiş ve gerçekleşiyor olması gerekiyor.)
(Ve yine geçerken söylemiş olayım: O devasa şebekeleri kurma ve çalıştırma, barajları kurma, ampulleri üretme işlerini, sizin, benim gibi sıradan insanlar gerçekleştiriyor. Ortada öyle sistemin her şeyini bilen, mesela sizin şu saatte eve geleceğinizi, holün yeterince aydınlık olmayacağını, dolayısıyla da düğmeye basacağınızı hesaplayan müthiş akıllı bir özne filan yok. Ortada bir tasarı yok. Bütün hakkında hemen hiç bilgisi olmayan sayısız insan, kendi küçücük işlerini yapıyor ve… Siz düğmeye bastığınızda hol aydınlanıyor. Sadece “holü aydınlatmam için düğmeye basmam lazım” kadarını biliyorsunuz ve sistem işliyor.)
Ben çocukken, yaz tatillerinde bir iki haftalığına köye giderdik. Köyde elektrik yoktu. Akşam hava kararınca büyükler kandilleri yakarlardı. Eğer birileri bir yerlerde kandil yağını, kandilleri ve fitilleri üretmese, birileri bunları ihtiyaç duyulan noktalara dağıtmasa… Kibriti çakıvermekle olacak iş değildi.
Yani dünya, bir açıdan bakınca, teknolojik seviyeden bağımsız olarak, hep aynı biçimde işliyor. Esasında insanlık devasa bir şebeke yani. (Bana öyle geliyor ki, teknolojik seviyeye bağımlı olarak, şebekenin ölçeği ve karmaşıklığı giderek büyüyor. Bugüne kadar burada yazdığım birçok şey, zımnen bu kabulü barındırıyor. Ama bugünlük derdim bu değil, sadece dünyanın devasa bir şebeke olduğunu, hep öyle olduğunu kabul etmek kâfi.)
Şebekeler, hele böyle devasa ölçekli şebekeler, sayısız arıza ihtimalini barındırır. Her an sayısız arıza da çıkar zaten —az veya çok hasarla giderilir. İnsan bünyesinin her an sayısız kanser üretmesi ve fakat kahir ekseriyetinin bünye tarafından imha edilmesi gibi… Şebekelerde durmaksızın arıza çıkar ve arızadan müteessir olanlar feryat eder. O feryatlar kulaklarımıza gelirse, anlarız şurada bir arıza çıkmış.
Filan.
İkinci Dünya Savaşını müteakip ağır ağır tesis edilen düzende de sayısız arıza çıktı. Feryatlar figanlar, bağırış çağırışlar içinde filanca vana açıldı, falanca balata değiştirildi, termostatın ayarıyla oynandı, şebeke filanca istikamette uzatıldı…
Devam etmeden… Her şebeke, zımni veya açıkça ifade edilmiş bir dizi protokolle işler. Bu yazıyı okuyabilmenizi sağlayan İnternet bir dizi protokole sahip. Benim yazdığım sizin okuduğunuz cihazlar bir dizi protokolü paylaşıyorlar. O sayede elektronların hareketinden sıfır ve birler, yani enformasyon üretilebiliyor ve klavyede k tuşuna bastığımda ekranda da k harfini görüyorum ve siz de o aynı k harfini görüyorsunuz. Bütün bu protokollerle birbirine bağlanan bunca cihazın şebekesinin orasında burasında, her an, sayısız arıza çıkıyor.
Ama…
Protokollerde arıza çıkması başka…
Yirmi yılı aşkın süredir iddia edegeldiğim şey, büyük bir yıkımdan sonra nispeten makul bir dünyada yaşamamızı ve kişisel hürriyetlerin ve zenginliğin yaygınlaşmasını sağlayan protokollerin çöktüğü. Düğmeye basıyoruz, hol aydınlanmıyor. Eve çağırdığımız tesisatçı alet çantasını açtığında tornavidasını bulamıyor. Filanca mahallede elektriklerin kesik olduğu ihbarını alan görevli önündeki panelde kontrol ettiğinde, arıza yokmuş gibi görüyor. Baraj seviyesini kontrol eden mühendis, kontrol panelinde görünen ile gözleriyle gördüğü arasında bariz bir orantısızlık olduğunu fark ediyor. Herkes bildiği ve uzun süredir işe yaramış olan şeyleri yapıp duruyor ve fakat… Netice nakıs.
Mevcut protokollerle üstesinden gelemeyeceğimiz bir problem var. Çünkü problem, mevcut protokollerin yetersizliğinden kaynaklanıyor. Arzın çektiği bir iktisatta, diplomanın nüfusun küçük bir bölümünün imtiyazı olduğu toplumlarda, cinselliğin temel müteharrik güç olduğu insanlarla, korkunun şurada, ümidin burada iş gördüğü şartlarda işe yarayan protokoller, bütün bunların ve daha başka bir yığın şeyin tepetaklak olduğu bir dünyada iş görmüyor.
Protokolleri değil, kendimizi kurtarmamız gerekiyor.