Radyodan Sosyal Medyaya…

Derya Bengi ve Erdir Zat, “100. Yılında Cumhuriyet’in Popüler Kültür Atlası” adıyla yayınladıkları arkeolojik çalışmanın ilk cildinde, H. G. Wells’in meşhur radyo tiyatrosunun haberinin Cumhuriyet gazetesinde nasıl verildiğini alıntıladıktan sonra şu tespitlerde bulunuyorlar:
“Radyo oyununun yarattığı panik, Cumhuriyet’te 4 Kasım 1938 günü böyle anlatılıyordu. Sonradan paniğin anlatıldığı kadar olmadığı ortaya çıktı, ama gazeteler radyonun güvenilmezliğinin altını çizen çarşaf çarşaf yayın yaptı.”
Aynı başlık altında Haber gazetesinden yapılan alıntı da ibretlik:
“Muzipliği yapan bu spiker 23 yaşında bir gençtir… Orson Vells [sic] yaptığı işin ne fena bir netice verdiğini görünce tabii pişman olmuştur. Bütün dünyaya alay mevzuu teşkil eden spikere kızanlar, hatta öldürmek isteyenler bile vardır.”
Aynı kitapta radyo, başka başlıklar altında da sıklıkla karşımıza çıkıyor. Radyonun topluma “aslında” ne yapıyor olduğunu idrak edebilmiş olanların sayısının bir elin parmaklarının sayısını geçmediği anlaşılıyor. Buna mukabil, kamuoyunda makbul olan, kanaatlerine hürmet edilen bir yığın zibidi, işte yukarıdaki gibi seçilmiş misallere filan yaslanıp, “ama radyo güvenilmez, bize güvenmeye devam edin” manasına gelen —kimileri o kadar bile mana ifade etmeyen— laf kalabalığıyla köşeler doldurmuşlar.
Radyo dünyayı muhtelif biçimlerde değiştirdi. Bilinen dünyayı son derece farklı cephelerden yonttu, yeniden biçimlendirdi. En önemli etkilerinden biri, haber almayı demokratikleştirmesi idi. Her gün bir gazete almaya gücü yetmeyen —veya gazete alsa okuma yazması olmadığı için okuyamayacak olan— insanlar, bir radyo alıcısı edindikleri zaman, o güne kadar tamamen dışında kaldıkları bir dünyanın içine girdiler. Elbette oyuncu olamadılar ama zaten gazete okurları da oyuncu değillerdi, seyirci idiler. Seyirci olmanın bir imtiyaz olduğu bir dönemde radyo, seyirciliği imtiyaz olmaktan çıkarmadıysa da, o imtiyazdan aksi halde faydalanamayacak milyonların salona girebilmesini sağladı.
Size emniyetle iddia edebilirim ki, radyo etrafında o tarihlerde üretilmiş olan manasız laf kalabalığının esas hammaddesi, imtiyazların bu “yeniden dağıtımı”nın sebep olduğu huzursuzluktu. “Ulan biz burada her gün bir gazete almaya geliri elveren ve okuyan bir imtiyazlı kesimi söğüşleyerek, onlara imtiyazlı olduklarını her gün yeniden hatırlatarak karnımızı doyuruyoruz, onlar da imtiyazlı olduklarını her gün teyit etmek için bizi besliyorlar, bu radyo denen meret nereden çıktı!” Elbette huzursuz olanlar sadece gazeteleri üretenler değillerdi, tüketenler de aynı dertten mustaripti.
Görüldüğü gibi, “doğru ve güvenilir bilgi üretmek ve almak”, mevzuun şatafatlı örtüsünden ibaretti. Esasen ne olmakta olduğunu idrak etmekten aciz bir yığın zibidi, her nasılsa inşa etmiş oldukları popülarite üzerinden gazetelerde köşe kapmışlardı. Doğru bilgi üretmek isteseler bile becerebilecek vasıfları olduğu şüpheli olan bu zevatın doğru bilgi pek de umurlarında değildi yani. Dünyayı, dünyanın nereden nereye gittiğini anlamaktan acizlerdi ama tıpkı şimdiki muadilleri gibi, ağızlarını açtıklarında herkes onları dinlesin diye talep edebilecek kadar küstah idiler.
Şimdi bir tekinin bile adı hatırlanmıyor. Bugün sosyal medya hakkında abuk sabuk konuşanların yarın hatırlanmayacağı gibi…