Sümerlerden Daha Mutlu Olmak

Demirtaş yeni öyküler yazmış, biri Gazete Duvar’da yayınlandı. Yayınlanan öyküden anladığım kadarıyla, öykünün münasebetsiz bir kahramanı var.

Münasebetsiz?

Yani bizim ne yediğimiz ne içtiğimizle, ne tükettiğimizle ilgili “yukarı katlardan” yargıda bulunmaktan imtina etmeyen biri. Bizim görmediğimiz çöplüğü görmüş, “aydınlanmış”, hakkımızdaki bütün hakikatin künhüne varmış, bizim bilmediğimiz “bir şeyi” öğrendiğine göre “her hususta” bizi eğitme hakkını edindiği vehmine kapılmış gibi görünen biri. Demirtaş’a benzemiyordur, yani Demirtaş ona benzemeye başlamamıştır umarım.

Diyor ki mesela…

“Bazen çöp tepeciklerinden birinin üzerinde dikilip etrafımdaki atık yığınlarına bakıyorum. Bunca şeyi ne ara tükettiniz, niye tükettiniz diye hayretler içinde kalıyorum. Daha önemlisi, bunca şeyi niye ürettiniz? Daha önemlisi, bunca şeyi üretip tüketebilmek için kölesi olduğunuz sistemi ne diye yarattınız? Sümerlerden daha mı mutlusunuz? İnkalardan daha mı huzurlu veya İndus Vadisinin esmer kabilelerinden daha mı güvendesiniz?”

Sümerlerden daha mutlu muyuz, bilemem. Daha uzun yaşadığımızı emniyetle söyleyebilirim. Daha sağlıklı yaşadığımızı… Kıyas kabul etmeyecek kadar uzun boş zamanımız olduğunu da…

(Bu arada ıskalamayayım, o boş zaman sayesinde mesela Demirtaş’ın romanlarını okuyabiliyoruz. Demirtaş’ın kahramanı çöplükte bir roman bulsa, bu mantıkla, “ne demeye yazdınız bu kadar şeyi, yazılmış onca şey eksikti de siz mi tamamladınız” filan da diyebilirdi.)

Sümerlerden daha mı mutluyuz bilemem ama gök gürlediğinde bir yüce gücün öfkelendiğini filan düşünmeyecek kadar bilgi sahibiyiz mesela. Açıklayamadığımız birçok şey hâlâ var ve her birimiz bir “büyük plan”a iman etmiş durumda. Kimileri muhtelif dinlerde o planın deşifre edildiğini varsayıyor. Kimileri Neptün’ün yörüngesinde planın ipuçlarını arıyor. Başkaları bilim diyor mesela ama indirgenebilir, lineer, sürekli bir âleme “inanıyor”. Daha başkaları ABD ve CIA’in, hatta beş büyük ailenin dünyada olan her şeyi kontrol ettiğine iman etmiş. Daha da başkaları, açıklayamadığı ve içine sinmeyen her şeyi “kapitalizm” dediği bir tuhaf şeytandan biliyor. Evet yani, bilmediğimiz çok şey var da, İnkalar gibi, insanları kurban edip şer güçlerin öfkesinden sakınabileceğimizi zannetmeyecek kadar çok şey öğrendik.

Bakın bu son söylediğimi mesela, neredeyse hepimiz biliyoruz. “Hepimiz” derken, yetişkin milyarlarca insandan söz ediyorum. Bu arada sekiz milyarı geçtik. Sümerlerin, İnkaların, İndüs Vadisinin esmer kabilelerinin kafasıyla, asla bu kadar büyük bir nüfusu besleyemezdik. Eh, “nüfus fazla zaten” diyecek olanlara sorayım, kim fazla? Yeryüzündeki kimi/kimleri ortadan kaldırırsak fazlalık giderilmiş olacak?

(Annemi hatırladım şimdi, “beş çocuk mu, ooo, çok fazla” diyenler olduğunda düşünürmüş, “nesi fazla, bir Cemal, bir Kemal, bir Ali, bir Ayşe, bir Zeyneb” diye. “Hangisi fazla?” “Nüfus fazla” deyip duranlara…)

Demirtaş’ın kahramanı, anladığım kadarıyla sadece lafzen şehir çöplüğünde yaşamıyor, şehrin âleme boca ettiği manasız lafların tıkıştırıldığı bir “çöplük” orası aynı zamanda.

Sümerlerden daha mı mutluyuz bilemem ama çocuklarımızın olur olmaz sebeplerle bir yaşına gelmeden ölme ihtimalini dramatik bir biçimde düşürdük. Bundan mutlu olup olmamak sizin bileceğiniz iş, sizin becerinize kalmış. İçinde yaşadığımız dünyada mutsuz olmak için sayısız sebep var, amenna. Ama yaptığı sekiz doğumdan sadece ikisi yaşayan, onların da ergenliğe ulaştığını görmeden ölüp gidecek olan bir Sümer kadınının mutluluk ürettiği şeylerin çok daha fazlası da var. Biz yaptık. Biz biriktirdik. Onlar çöplükte yok.

“Kölesi olduğumuz sistem” mevzuuna gelelim. Bu mevzua gelmek için de biraz daha ilerleyelim. Kahramanımız, vahşetten kaçıp sınırı geçen on binler için inşa edilen sığınma kampında, sonradan adının Eleni olduğunu öğreneceği bir kadınla tanışır. Adeta bir melek…

“Meleğin doktor olabileceği geldi aklıma, bu durumda beni amele sanması iyi olmazdı herhalde. / Yani şansımı bir hayli azaltırdı. Yanlışsam düzeltin, dünyada kaç doktor bir ameleye âşık olmuştur ki? Herkes kendi dengiyle sevişecek ya! Resmen barbarlık!”

Eh, insan dediğin türün bir eş seçimi, bir eşleşme problemi var. Sekiz milyarız, dedim ya. Kaba bir hesapla, her nesilde elli milyonu kadın, elli milyonu erkek yüz milyon kişi, birbiriyle eşleşecek. Yani her birimiz elli milyon alternatif arasından seçim yapacağız. Demirtaş’ın “mühendis” Ahmet’i de herhalde itiraf eder ki, zor bir problem. İnsanlık tarihi kadar eski mi bilmiyorum ama medeniyet tarihi kadar eski bir problem. Çözümü için de muhtelif metotlar geliştirilmiş, hemen hepsi, tabii olarak, seçenekler kümesini daraltmaya yönelik. Bizim insanlık olarak bulabildiğimiz çözümler bunlar. Belki Demirtaş’ın mühendis Ahmet’i hepimizden akıllıdır, başka bir çözüm geliştirir. Kendisini sahneye bekliyoruz. İnsana dair hoşuna gitmeyen her şeyi “barbarca” diye etiketlemekle olmuyor bu işler. Muhayyel Platonik bir âleme referans verip içinde yaşadığımız gerçekliği yargılamak… Mühendislik diploması almış olmakla mümkün. Onu da, eğer Sümerlerin, İnkaların örgütlenme tarzıyla örgütlensek, zor alırdı Ahmet!

Gelelim “kölesi olduğumuz sistem mevzuuna”. Evet, zor problemlerimiz var ve her biri için muhtelif çözümler üretmişiz. Platonik âlemin standartlarıyla değerlendirildiğinde hiç şık görünmeyen çözümler, kabul ediyorum. Ama işte bir çözüm. Sonra bu çözüm, mesela eş seçimine getirdiğimiz çözüm, seçeneklerimizi sınırlıyor. Yukarıdan bakınca “kendi çözümünün kölesi olmuş” gibi görünüyoruz anladığım kadarıyla. Esasen “anladığım kadarıyla” demek de doğru değil, “bildiğim kadarıyla” diyebilirim. Çünkü bir mühendislik diploması sahibi olarak, bir süre, ben de o “yukarılarda” ikamet ettim.

Daha önce muhtelif yerlerde defalarca işaret ettiğim gibi, benim açımdan kapitalizm, fiyatların ve kaynak tahsisi kararlarının piyasa tarafından belirlendiği bir sistemdir. Böyle bakınca şimdi içinde yaşadığımız şey kapitalizmi filan pek andırmıyor, onu da defalarca dile getirdim. Ama terimlerin “kölesi” olmamaya çalışan biri olarak, şimdi içinde yaşadığımız şeye kapitalizm diyeceksek diyelim, itirazım yok. Ona söveceksek sövelim, ona da itirazım yok.

Mesele şu, eğer bir piyasa hâlâ varsa, hepimiz diğer hepimizin “kölesiyiz”. Yarattığımız sistem, bizi diğer herkesi hesaba katmaya mecbur bırakıyor. Diğer herkesi, “olduğu gibi” kabul ederek… Piyasa budur. Namütenahi çöp üretir, benzeri olmayan muazzam bir kölelik üretir. Alternatifi, fiyat ve kaynak tahsisi kararlarının, kendilerini son derece “akıllı” zanneden mühendis Ahmet gibilere devredilmesidir ki, on binlerce yıl boyunca öyle yaşadık biz. Sümerler ve İnkalar öyle yaşıyorlardı mesela. Pratikte “köle” olarak. Kendi yarattıkları sistemin kölesi olmamanın alternatifi, bizi köle yapmaya gücü yetecek kadar kudret temerküz ettirmiş olanların kölesi olmaktır. Benim tercihim, Gılgameş’in, Manco Capac’ın, Sultan Süleyman’ın, Louis’in, Elzabeth’in, Hitler’in, Stalin’in Erdoğan’ın kölesi olmaktansa, pek çoğunun tercihlerinden hiç de memnun olmadığım milyarlarca insan ile karşılıklı “köleleşmek”tir.

Mevzuu özetleyeyim. Ağız dolusu sövdüğünüz “sistem” sayesinde hasbelkader —kiminiz “çöplüğü”, kiminiz AVM’leri, kiminiz toplama kamplarını, kiminiz şehirleri gördüğünüz ve— kimsenin idrak edemediğini idrak ediverdiğinizi vehmettiğiniz için, şimdi, “bırakın şu biçimsizliği giderivereyim, akılla düzeltivereyim her bir şeyi” demektesiniz. Bu hal, âlemi düzeltivermek görevini Tanrı’dan aldığını vehmedenlerin iddialarından farksız. Onlar da âlemin sırrına erdikleri kanaatinde idiler.

Bırakın dağınık kalsın kardeşim. Dünyayı düzeltivermeye kalkmayın, onun yerine Sümerlerden daha uzun ve sağlıklı yaşadığınız, çocuklarınız manasız hastalıklar yüzünden ölüvermediği, romanlar yazıp okuyacak kadar boş zamanınız olduğu için “mutlu olun”.

Politik•a•politik sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya Devam Edin