AlphaGo-Sedol maç serisinin birinde, meşhur bir 37. hamle var. Go’dan anlamadığım için oyunun gidişatını neden değiştirdiğini de anlamış değilim ama anladığını zannetmemiz istenen hemen herkes mutabık ki, AlphaGo’nun yaptığı bu hamle (a) beklenmedik, (b) sonuç alıcı bir hamleydi. Madem o kadar sonuç alıcıydı, yapıldığı anda maçı AlphaGo lehine döndürülemez hale getirmişti, nasıl olup da o
Damasio’nun Descartes’in Yanılgısı’ndaki en çıplak misallerden biriydi yanlış hatırlamıyorsam, eğer endokrin sistemimiz olmasaydı, karşıdan karşıya geçmek için kaldırımdan caddeye adım atıp atmayacağımıza bile karar veremezdik. Şöyle anlıyorum: Belki de uzaktaki otomobilin hızını, aradaki mesafeyi filan uygun bir hassasiyetle hesap edebilirdi sinir sistemimiz ama adım atmak veya atmamak için fazlası lazım. Otomobilin bize çarpmasını umursamamız lazım,
Go diye bir oyunun mevcudiyetini ve kurallarını, küçükken, Bilim ve Teknik dergisinden öğrenmiştim. Hemen bir tahta çizmiş, pullar kesmiş, birilerine bildiklerimi aktarmış, oynamaya çalışmıştım. Kuralları bilmek ile oynamayı bilmek arasındaki farkı, zannımca, ilk defa Go sayesinde hissettim. Benzer bir duyguyu, mesela satranç öğrendiğimde ve oynadığımda hissetmemiştim. Elbette satrancı da doğru dürüst oynayabiliyor değildim ama oynamayı