Akşener’in Akıbeti

Akşener bir iş işledi. Partisinin ideolojisinden, Akşener’in siyasi CV’sinden, masanın HDP ile iletişimine ambargo koymuş olmasından rahatsız olan kim varsa, gördüğüm kadarıyla istisnasız bir biçimde, “oh, ne iyi oldu, Akşener intihar etti” mealinde sevinç çığlıkları atıyor. Anlaşıldığı kadarıyla kendilerine son derece mantıklı görünen aritmetik işlemlerle tabloyu tahlil ediyor, Kılıçdaroğlu’nun seçimi yine de kazanabileceğini ”hesaplıyorlar”. Kaybedilirse de ne gam, “fatura Akşener’e çıkar” diye kendilerini teskin ediyorlar.

İlkan Dalkuç Daktilo 1984’ün mevzu etrafında yaptığı programın bir yerinde, kadim “bileşik kaplar” teorisini hatırlatacak biçimde, “siyasetçilerin yetersizliğinden şikâyet etmeyelim, yorumcular daha iyi değil, bilim insanları da daha iyi değil, hiçbir sektör daha iyi değil” mealinde bir tespit yaptı. Genel olarak tespite katılıyorum ama benim bakış açıma göre siyasetçilerin veya bilim insanlarının “daha iyisi”ne zaten ihtiyaç yok. Mesele örgütlenme problemi. Mesela “Altılı Masa”, berbat bir örgütlenme biçimiydi, başka türlü örgütlenebilseler masadaki şahısların kalibreleri o kadar da kifayetsiz görünmeyebilirdi.

Neyse, Dalkuç’un tespitini hatırlatma ihtiyacı hissettim, çünkü başlangıçta sözünü ettiğim “kanaat önderleri”nin kalibresi, sahiden de siyasetçilerinkinden de düşük. Nasıl bir ülkede yaşıyor olduğumuzdan, toplumun neresinden ne tür fay hatları geçiyor olduğundan bütünüyle bihaberler. Yine de daha gün dönmeden Akşener ve partisi için sala vermekte tereddüt etmiyorlar. Acıklı.

Devam etmeden işaret edeyim, Akşener’in, kendisi, partisi ve ülke için çok kıymet taşıyabilecek bir fırsatı heba etmiş bir politikacı olduğunu düşünüyorum. Şu son hamlesi yüzünden değil, partinin kuruluşundaki konumlanması yüzünden. Herhangi bir ideolojik taviz vermeden daha kapsayıcı bir parti halinde inşa edebilirdi İyi Partiyi. Yapamadı. “Bir bakıma iyi oldu” diyebilirdim, Türkçü ideolojiyi “kendisinden en uzak durulacak ideoloji” olarak gören biri olarak. Ancak memleketin Türkçüleri var. Onların daha iyi ve daha medeni bir temsili hak ettiklerini düşünüyorum. Daha iyi bir Türkçülük, onun karşısında olanların da daha iyi bir performans göstermesini dayatır ve saire. Yani bir prensip meselesi dile getirmeye çalıştığım. Akşener’le ve partisiyle alakalı biricik ve en ciddi meselem Türkçülükleri de değil, devletçilikleri. Dolayısıyla Akşener’in cenazesini kaldırmaya pek hevesli olup pek acele edenlerin koordinatlarından çok farklı bir yerde durmuyorum.

Ancak…

Akşener’in şu yaptığı işin kendisine ve partisine zarar vereceği hükmünün çok aceleyle varılmış bir hüküm olduğunu emniyetle söyleyebilirim. Zatıâlileri ve partileri sahiden de muazzam bir türbülansa girip tarihe karışabilirler. Ama daha muhtemel olanı, buradan itibaren grafiklerinin yukarı doğru yöneleceğidir. Hele bir de masada Akşener’in kalkmasıyla boşalan koltuğa HDP oturtulursa —Kılıçdaroğlu’nun Halil İbrahim sofrası çıkışının bende bıraktığı intiba bu.

Yine açıklama gerekiyor, HDP’ye “karşı” değilim. Akşener’e kesinlikle rey vermem mesela ama HDP’ye verebilirim. Kendi değer yargılarımla konuşmuyorum yani, neyi sevdiğimi, neyi temenni ettiğimi söylemiyorum. Bildiğim Türkiye’de neler olabileceğini söylüyorum.

Akşener’e diş bileyenlerin ne kadarı Kılıçdaroğlu’nun “iyi bir aday” olduğunu düşünüyor ve ne kadarı onun adaylığına karşı çıktığı için Akşener’e diş biliyor, bilemem. Ama şunu emniyetle söyleyebilirim, bugüne geldiğimizde muhalefetin adayının bu seçimi rahatlıkla kazanacağı ve muhalefetin parlamentoda da rahat bir çoğunluğa sahip olacağı bir durumda olabilirdik. Değiliz —bence en büyük mesul ana muhalefet partisi genel başkanınındır.

Kılıçdaroğlu’nun adaylığı, zaten bıçak sırtı olan seçimi, muhalefet adına, “kazanılması zor bir seçim” haline getiriyor. Bunun Kılıçdaroğlu’nun mezhebiyle ve/veya CHP Genel Başkanı olmasıyla bir alakası yok. Kılıçdaroğlu’nun siyasetsizliğiyle bir alakası var. Bugünkü araştırmalar ne söylerse söylesin —ki anladığım kadarıyla “bıçak sırtı” olduğunu söylüyorlar— kampanya dönemi boyunca Kılıçdaroğlu her gün biraz daha oy kaybedecek biri. Siyasi duyargaları gelişmemiş bir memurdan söz ediyoruz.

Kılıçdaroğlu’nun adaylığı “hak ettiğini” öne süren ve seçimin zaten hangi adayla olursa olsun kazanılabileceğini düşünen “çok akıllılar” kabul etmese de, memlekette Kılıçdaroğlu’nun adaylığından endişe eden milyonlarca seçmen var. Onlar, klavyelerinin başında hak dağıtanlardan farklı olarak, sokaktalar, başka insanlara temasları var. O insanlar için Akşener, seçimi zora sokan Kılıçdaroğlu’na direnen bir figür olarak kıymet kazandı. Bunu da yazın bir kenara.

Gelelim Kılıçdaroğlu’nun adaylığı hak ettiği iddialarına. Neden hak etti? Ne yaptı da hak etti? İddia, altılı masayı kurup, bu kadar süreyle bir arada tutmayı başarması sayesinde hak ettiği. Eğer öyleyse, o başarı ortadan kalktı. Dolayısıyla hak da ortadan kalktı. Beni bilenler biliyor, altılı masayı zaten “başarılı” bulmuyordum, dolayısıyla ortada bir başarı hikâyesi yoktu. Ama sayısız başarısızlık hikâyesi var —hiçbirinin faturası ödenmedi. En fahişi, 7 Haziran sonrasındaki konjonktürde hükümet kurmayı, hadi onu geçtik Meclis Başkanlığını AKP’ye kaptırmamayı başaramamış olması. “Ama Davutoğlu şöyle yapmasaydı, Baykal böyle yapmasaydı” filanların hiç manası yok. Siyasi sezgileri olan biri, istikşafi görüşmelerde nasıl ketenpereye getiriliyor olduğunu hissederdi.

Neyse, uzatmayayım. Kılıçdaroğlu altılı masanın bu kadar verimsiz bir mimarisi olmasının ve muhalefet için çok kıymetli zamanın mastürbasyonla heder edilmesinin de başlıca mesulüdür. Neticede altılı masada beş kişi kaldı, CHP dışındaki dördünü toplasanız, bir Ümit Özdağ kadar etmiyor. Ve kendi adaylığı için o ağırlıksız şeye, muazzam bir mebusluk bahşedecek. Bu hale CHP içinde itiraz edebilecek birileri yok, CHP’nin bu kadar hadım edilmiş olması da Kılıçdaroğlu’nun taammüden yaptığı bir şey.

Net bakiye, Kılıçdaroğlu, bırakın Cumhurbaşkanlığı adaylığını, CHP Genel Başkanlığını bile hak etmiyor. Normal bir siyasi düzende acilen —emeklerine teşekkür edilerek— emekli edilirdi. Koyunun olmadığı yerde bile Abdurrahman Çelebiye sayılması mümkün olmayacak biri. Ama memleketi zerre kadar tanımayan, kendi karton dünyalarında yaşayan bir takım kanaat önderlerinin pek hoşuna gitti nedense.

Baraj yıkıldı. Suyun hangi istikamette akacağını tahmin etmek zor. İşler bir biçimde Kılıçdaroğlu’nu muhalefetin biricik adayı olmaya taşıyabilir mi? O da mümkün, mevcut şartlarda. Sizi temin ederim ki, Erdoğan’ın karşısında kaybedebilecek tek isim Kılıçdaroğlu. Bahsi yükselteyim, bana kalırsa Erdoğan adaylıktan çekilip yerine Bilal’i aday gösterse, Kılıçdaroğlu o seçimi bile kaybeder. Ama diyelim ben yanılıyorum, diyelim Kılıçdaroğlu aday oldu ve seçildi. Kelimenin gerçek manasıyla bir enkaz devralacak. Şimdiye kadar sergilediği profil delildir ki, 1999 Ecevit’i kadar bile performans gösteremez. İki yıl oturamaz o koltukta. Oturduğu süre içinde sistemi değiştirecek düzenlemeleri gerçekleştiremez.

Sonrası?

İslami rengi olan veya olmayan kopkoyu bir faşizm olur.

Çok kişi tanıyorum ki, kendilerini solcu olarak görüyorlar. Ecevit’e ve Kılıçdaroğlu’na yönelik itirazlarımı benim iflah olmaz sağcılığımın, sola düşmanlığımın bir tezahürü olarak değerlendiriyorlar. Yani Ecevit’in ve Kılıçdaroğlu’nun “solda” olduğundan şüpheleri yok. Ülkeyi ve solu böyle kavramlaştıranlara söyleyecek bir sözüm yok. Ama bitirmeden işaret edeyim, Kılıçdaroğlu benim iki saatlik bir seyahatte arkadaşlık etmek istemeyeceğim biri. Lakin hakkında yaptığım değerlendirmelerin hiçbirinin, ona iki saat bile katlanamaz olmamla alakası yok. Şunca yılda memlekete yapıp ettikleriyle çok alakası var.

Bu arada unutmayayım, hükümet istifa.

Politik•a•politik sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya Devam Edin