Asimetri ve Eşitsizlik
Daha önce mutlaka söz etmiş olmalıyım, Frank Close’un Lucifer’s Legacy —The Meaning of Asymmetry (Şeytanın Mirası — Asimetrinin Manası diye çevrilebilir herhalde) adlı bir kitabı var. Müthiş misallerle dolu, müthiş ufuk açıcı bir kitap. Türkçeye çevrildiyse haberim olmadı.
Bahsi geçen kitabı okumadan önce de Platon’la, simetriyle, bu kavramların muhtelif türevleriyle ilişkimi çoktan dondurmuştum, kavgalıydım. Ama kitap, verdiği misaller bir yana, adı ve girişiyle de bir şey hakkında fikir veriyordu. Asimetri neden şeytani bir şey? Kime göre? Asimetrinin ne kadar yaratıcı bir şey olduğunu anlatmak için bir kitap yazmayı göze alan biri, neden daha kitabın adında onu şeytanla ilişkilendirir?
Ya kendisi asimetrinin şeytani olduğu ön kabulü içinde büyümüş, sonra bir şeyleri idrak etmiştir. Daha başlıkla bir biçimde bu dönüşümü itiraf etme ihtiyacı hissetmiştir. Çünkü asimetriyi şeytani görmeme hali, hâlâ, bir biçimde, günahkârca bir şeymiş gibi görünüyordur gözüne, o kadar köklüdür bu kabul.
Veya içinde yaşadığı kültürde simetri şeytani olarak görülmektedir ve kültürün bu ön kabulüne gönderme yapılmaktadır.
Veya… Her ikisi birden.
Ve daha kitaba girerken, “eğer dünya —siz onu âlem olarak okuyun— mükemmel bir biçimde yaratılsaydı” gibi bir şartlı cümleyle başlarız ki, asimetrinin mükemmelliği bozan bir şey olarak kodlandığına şahit kılınırız.
Filan.
Ama aynı cümlenin devamı, “eğer asimetri olmasaydı, hiçbir şey var olmayacaktı” diye devam eder. Eh, Platonculardan biliyoruz, mükemmellik/kusursuzluk var olsun da, icabında biz olmayıverelim, ne var yani!
Beni biliyorsunuz, mükemmellik fikriyle filan baştan çıkabilecek biri değilim. Hayatta olmayı/kalmayı ise önemsiyorum.
Her yanımız asimetri. Mesele orada değil. Mesele, herhangi bir asimetriyi nihayet keşfedince “Sevim koş, burada bir eşitsizlik varmış, derhal hakkından geliverelim” çocuksuluğuyla dünyayı okumaklar.
Aynı kimyasal bileşime sahip aminoasitlerin ikişer mimarisi mümkün. Bir sarmal merdiven ya sağa doğru veya sola doğru yükselerek başlayabilir ya, onun gibi. Close’u okumadan da biliyordum, bütün canlılık, canlılığın kendilerinden inşa edildiği aminoasitlerin bu iki mümkün formundan sadece birini kullanır. Hoş bir şey mi yani? Öteki forma, solak forma ayıp değil mi? Nedir bu seçicilik, seçkincilik? Eşitlik nerede? Ta temelinde eşitsizlik olan bu canlılık denen şeyden bir hayır beklenebilir mi?
Eh abarttığımı kabul ediyorum ama kafanızı taktığınız/taktığımız, gidermeden huzur içinde uyuyamayacağımızı hissettiğimiz, kendilerini eşitsizlik olarak kodladığımız bir yığın şeyin, esasında, basit —ve elzem— birer asimetri olduğuna kalıbımı basarım. Birçok durumda ıslah edilmesi gereken haller olduğuna itirazım yok ama ilgili asimetrinin ortadan kaldırılması, ölümdür. Telafisi mümkün olmayan bir kayıp yani.
***
Kadınlığı erkekliğe eşitlemeye takmış olanları bir yana bırakıyorum —iflah olmaz görünüyorlar. Ama onların koparttığı gürültüye gönlü kaymaya başlamış olanlar varsa, onlara teklifim, kadını ve erkeği eşitsiz olarak değil, asimetrik olarak görmeyi denemeleridir. Asimetrik, yani birbirini ikame edebilir değil birbirini tamamlayan şeyler.
Memlekette ve dünyada kadın olmayı zorlaştıran bir yığın şey var, itirazım yok. Kadınların kadınlıklarını daha dolu dolu yaşayabilmeleri için yapılması gereken bir şeyler varsa, ben de katılayım. Ama mevcut yaygaranın bu hususta zerre kadar faydası yok. Aksine, erkekleri kadınlaştırmak gibi bir neticesi var. Pratik öyle söylüyor. Yaygara yapan şu orta yaşlı kadınlar mesela, genç hemcinslerine dertlerini bir sorsunlar. O genç kadınların derdi, orta yaşlı ablalarının dertlerinden bambaşka. Akranları arasında erkek gibi erkek yok. Şöyle baştan çıkarmaya çalışılacak, bu uğurda harcayacakları emeğe değecek birileri…
Neden?
Akşam’da yazarken şöyle yazmıştım:
“Ece Temelkuran’dan alıntılıyorum:
“Şeyh Sait isyanına katılanlar katledilir. Kesik başlar, isyana katılan Musa Beyin kız kardeşi Gülnaz Hanıma gösterilmek üzere jandarma karakolunda yere dizilir. ‘Tanıyor musunuz?’ diye sorulur. Gülnaz Hanım, elleri belinde, kesik başlara yaklaşır. Ayağıyla İzzet Beyin kafasını iter: ‘Bu benim kardeşimin oğludur!’ İkinci kesik kafayı ayağıyla iter: ‘Bu da benim oğlumdur!’ Üçüncü kesik kafaya gelince mırıldanır: ‘Buna yazık olmuş, hizmetkârdı!’ Vakur, komutanlara döner: ‘Erkek, koç gibi bıçağa gelmek içindir!’ der, çıkar gider.
“İnsan, nihayetinde memeliler sınıfına mensup bir tür. Kendisini andıran memelilerin hepsinde olduğu gibi, yeni doğanın dişi veya erkek olma şansı yarı yarıya. Ancak memeli topluluklarında, genellikle, erkek nüfus kadın nüfustan kıyaslanmayacak kadar düşüktür. Çünkü erkeklerin önemli bir bölümü, genç yaşta birbirini telef eder. Neticede hemcinslerinin hakkından gelen her erkeğin birçok kadını olur. Bir erkeği paylaşmak zorunda kalan birçok kadın da, birçok erkeğin hakkından gelmiş, erkek gibi bir erkeği paylaşır.
“Medeniyet dediğiniz şey, demek ki, erkek nüfusun telef olmasına mani olan hallerin toplamıdır. Mesele hayatta kalmaktan ibaretse, demek ki, medeniyet erkeklerin lehinedir. Öte yandan bakacak olursanız, medeniyet sayesinde hemen her kadın, tapusuna sahip olabileceği bir erkek bulabilir. Yani ki, medeniyet kadınların lehinedir.
“Bu kadar bedava değil elbette. Kadınların ödediği acı bir bedel var. Büyük bölümü, erkek suretinde doğmuş olmaktan başka hiçbir vasfı olmayan, medeniyet olmasaydı küçük yaşta hemcinslerinden biri tarafından telef edilecekti olan erkek müsveddeleriyle, hizmetkârlarla idare etmek zorunda kalır. Aslında belki de hepsi… Çünkü birbirinin hakkından gelmek zorunda kalmayan erkeklerin, kendilerini geliştirmek için sebepleri de kalmaz.
“Bedel ödeyen sadece kadınlar değil tabii. Meydan, öyle veya böyle bir erkek bulabileceğini bildiği için kendisini hiç kasmayan, varlığını kozmetik sanayiine emanet etmiş, sentetik kadınlara kalır.
“Elbette medeniyet düşmanı filan değilim. Eğer avantajları bedellerinden daha yüksek olmasaydı, medeniyet hayat hakkı bulamazdı. Kaldı ki ben ‘keşke şöyle olsaydı’cılardan değilim. Hayat budur ve makbuldür. Ayrıca, demiştim zaten, kimin kazanacağını tayin etmek için dövüşmek orman kanunudur. Medeniyet dediğimiz hal de, orman kanununu imkânsızlaştırarak ulaşılan bir hal değil, incelterek, ehlileştirerek, çeşitlendirerek ulaşılmış olan bir haldir.
“Lakin bu çeşitlendirme işini bir vakittir ihmal ettiğimiz, neticede nisa taifesinin, hanidir, öldürülmeye bile değmeyecek hizmetkârlarla idare etmek zorunda kaldığı aşikâr. Öte yandan Ece Hanımın sözünü ettiği, intikam almaya karar verdiğinde iki mezar kazacak kadınlardan kaldıysa, her biri için bir Tac Mahal inşa etsek değer yani.
“Bitirmeden, Borges’i anayım.
“Her kitabını bir başka kadına adamış olan Borges’le röportaj yapan ünlü kadın gazeteci sormuş: ‘Kadınlar hakkında ne düşünürsünüz?’ Borges’in cevabı bence her şeyi özetliyor: ‘Hangi kadın için?’”
***
Gazete okumuyorum, televizyon seyretmiyorum. Sabah kalktığımda birkaç yerli, birkaç yabancı internet gazetesine göz gezdiriyorum, fazla bile geliyor. Fazla gelmesinin iki kaynağı var: (a) Erdoğan veya taifesinden biri yine arsızca bir şeyler söylemiş oluyorlar, (b) “kadın da kadın” demekten gayrı bir şey bilmeyen, bunu hayatlarının ekseni olan bir iş haline getirmiş birileri… Anladınız siz onu.
İşbu kadınlara “erkeklik zannettiğiniz gibi bir şey değil, onun da sayısız zorlukları var” filan demenin —daha doğrusu herhangi bir şey demenin— bir manası yok. Olmadığı görülüyor. “Ama hemcinsleriniz de ortaya çıkan neticeden zarar görüyor” demenin de bir manası yok gibi görünüyor —çünkü dertleri kadınlık filan değil, dünya simetrik olsun da ne olursa olsun. Dolayısıyla bu çözümsüz vakaları geçtim, arkadan gelenler için konuşuyorum. Aha bu kadınlar biraz daha konuşmaya devam ederse, ortada hiç erkek kalmayacak, erkek olmanın imkânları kalmayacak bilesiniz.
Kadınlık zor zanaat. Erkeklik de öyle. Bir kadın ve bir erkeğin birbirini tamamlaması o kadar zor bir zanaat değildi. O hepsinden zor bir hale getirildi.
Çünkü…
Asimetrilere tahammülü olmayan bir garip güruh, gürültüye getirip, kendilerinden başkasının konuşmasını imkânsız hale getirerek duruma vaziyet ettiler. Herkes kaybetti. En çok da kadınlar.