Hayalinizi Nasıl Alırsınız?

NYT’de Ezra Klein, Timothy Snyder ‘la bir söyleşi yapmış. Üzerine konuşulacak çok malzeme var da, şimdilik Snyder’in “geçerken” sorduğu bir sorunun kışkırttığı şeyler üzerine konuşalım. Sormuş, “günümüzü 1970’ten veya 1950’den veya 1890’dan farklı kılan ne” diye. Kendi cevabına göre, insanlar artık bugünkünden farklı gelecekler hayal etme kabiliyetine sahip görünmüyorlarmış.

Enteresan bir tespit. Doğru bir tespit olduğundan şüpheliyim. Bugünden 1890’a veya 1970’e baktığımızda, o tarihlerde yaşayan milyarlarca insanın hayalleri hakkında bir kayda rastlamamız mümkün değil. Dolayısıyla az sayıda “kayda geçmiş hayal” üzerinden konuşmak durumundayız ve o kayda geçmiş hayallerin hangisinin hangi coğrafyalarda kimler tarafından ciddiye alındığını, paylaşıldığını bilemiyorum.

Kaldı ki, kayda geçmiş 1950 model hayallerin hangilerinin “1900-1950 arasında gerçekleşmiş olanların daha çoğu” olmaktan öte gittiğini tespit etmek de zor. 20. Yüzyılın ikinci yarısında gerçekleşenler, bir bakıma, ilk yarısında olup bitenin daha çoğundan ibaret görünüyor. Daha çok insan şehirlileşti, daha çok bebek ölümden kurtarıldı, daha çok insan sanayi işçisi, daha çok insan müteşebbis oldu, daha çok insan diploma sahibi oldu ve saire… İnsanlığı 1950’ye getiren araçlar, 1950 sonrasında yeni yakıtlarla hızlanarak yola devam etti.

Ama neticede “mahiyet olarak farklı” bir dünyaya ulaştık. Mesela Snyder’e itimat edecek olursak, bugünden farklı bir yarın hayal edemeyecek kadar kısırlaştık. Böyle bir kısırlaşma gerçekse, ciddi bir mahiyet farkıdır —zaten Snyder de başımızdaki birçok belanın en alttaki sebeplerini eşelerken ona gönderme yapıyor.

Derdim Snyder’in “bugünkünden farklı bir dünya hayal edemez hale geldik” tespitinin haklılığı/haksızlığı değil. Esas soru, insanoğlunun bugünkünden farklı bir gelecek hayal edip edemeyeceği. Böyle bir soruyla karşılaşan hemen her sosyalist, “elbette olabilir, biz öyle bir hayal kurmuştuk/kuruyoruz” diyebilir. Böyle bir iddiayı ben bile haklı bulabilirim. Yine de bir itiraz payı var. Dünyanın neredeyse bütün kaynaklarının üstüne oturmuş bir aristokrasinin tasfiye edildiği ve yerini daha kalabalık, giderek kalabalıklaşma eğilimi gösteren ama aristokratların sahip olduğundan çok daha azına razı olmak zorunda olan burjuvazinin sahneye çıktığı bir dönemde, olup bitenler, “geçmişe göre daha eşit” bir dünya kuruluyor olduğunu düşünmemize imkân sağlar. O halde sosyalist ideal, zaten olmuş/olmakta olan “daha eşit” dünyanın “daha da eşit” olmasını hayal etmekten ibaret görülebilir. Marks elbette, yazdığı dönemlerdeki dünyanın geçmişe kıyasla daha eşit olduğunu filan iddia etmiş değildi —etmiştiyse ben denk gelmemişim. Ama gerçeklik öyleydi.

Bilim kurgu da, bence, mahiyet olarak farklı bir dünya hayal etme imkânlarımızın sınırlılığını sergiler. Asimov’un romanları mesela, son derece basit sistem dinamiği modellerinin etlendirilmiş halidir ve mevcut olanın daha büyük ölçekte, daha çok olmasından ibarettir. Oksijen ve hidrojenin bir araya gelmesinden zuhur edecek olanı, yani suyu, onlar bir araya gelmeden tahmin etmek, bence, mümkün değil.

Tarih oluş halinde bir şey ve olduran da biziz. Biyolojik, psikolojik, sosyolojik limitler dâhilinde davranıyoruz. Bütün o limitler olabilirlikleri sınırlıyor ama belirlemiyor. Gelecek hakkında, bence, emniyetle söyleyebileceğimiz biricik şey, bence, bugüne ve geçmişteki herhangi bir döneme benzemeyeceği. 1950’de daha fazlasını söyleyebilirdik ve çok kişi de söyledi. 1950’de diyebilirdik ki, 1980’de her şey, 1950’ye gelirken yapılanın daha çoğu olacak. Öyle oldu.

1950’de herkes —veya hemen herkes— sıranın kendisine de geleceğini, hatta gelmiş olduğunu, köyünden şehre göçüp işçi olabileceğini, düzenli ve güvenilir geliri olacağını, ailesinin hayatını kontrol edebileceğini, çocuklarını okutabileceğini… O okuttuğu çocuklarının kendisininkinden başka, bambaşka bir hayatı olacağını varsayabilirdi. Ama çocukları için öngördüğü o bambaşka hayat, esasen, fabrikada kendisine buyuran teknisyenin veya mühendisin veya yöneticinin hayatından ibaretti. Bir yerlerde masasının başına oturup sosyalizmler, mensup olduğu milletin ve/veya inancın zaferi filan gibi hayaller kuran küçük bir azınlık vardı ama milyarlarca insanın kahir ekseriyetinin gelecek tasavvuru çok daha sadeydi.

O milyarlarca insanın hayallerini değil de, masa başında kurulan hayalleri önemsemenin entelektüel kibirden başka türlü adlandırılması, bence, mümkün değil. Snyder’in günümüzdeki kaybedilmiş olduğuna hayıflandığı şey, bana öyle geldi ki, o “masa başında üretilen hayaller”. Demiş oldum ki, onlar bile Snyder’in iddia ettiği vasıflara sahip değildiler, üstelik gerçekleşebilir değildiler, ilaveten pek kıymetli şeyler de değildiler. Arkalarından dökülen gözyaşlarını hak ediyor değiller.

Mesele bambaşka yerde.

Birincisi, bugünün milyarları 1950’nin milyarlarına kıyasla “hayallerini kaybetmiş” durumdalar. İkincisi, milyarları ve onların hayallerini kaybetmelerini görmezden gelmeyi sürdürmek isteyen Snyderler ve benzerleri, bize durmadan, dünyanın mağdurlarının kendileri olduğunu söyleyip duruyorlar. Çünkü hayallerini değil belki ama itibarlarını kaybettiler.

İki şey üst üste geldi yani.

Bir yanda hayallerini kaybetmiş milyarlar, kendi çocuklarının Snyder olamayacağını, esasen Snyder olmasının da matah bir şey olmadığını idrak etmiş milyarlar var. Öte yanda ise geriden gelenlerin kendi yerini almasından korkmak dışında hiçbir kıymeti kalmamış Snyderler.

Dolayısıyla, buradan sonrasında artık Snyder’in bize rehberlik yapma şansı yok. Esasen onun ve onun gibilerin rehberliğine zaten ihtiyacımız yoktu. Tarih boyunca olup bitenler hiçbir vakit rehberlerin sayesinde olmadı. Çünkü —az önce dediğim gibi— tarih hep bir oluş halinde ve bundan sonraki durağı hakkında kimsenin bir fikri yok. O halde, geleceğe kimse bizden önce gitmemiş olduğuna göre, kimse kimseye rehberlik edemez.

Snyder’in rehberliğine ihtiyacımız olmadığını kabul etmişsek, yola onsuz devam etmeye çalışalım.

Putin Ukrayna’ya tecavüz etti ve son derece tuhaf, benzersiz bir yol çatına geldik. Kabaca ikiye bölünmüştük biz. Hayallerini kaybetmiş bizler, kabaca ikiye bölünmüştük.

Bir bölüğümüz, kaybettiğimiz emniyet hissimizi ikame etmek üzere herhangi bir düzen yanılsamasına razı hale gelmişti. Çocuklarının Snyderleri yerlerinden edemeyeceğini, dünyada daha çok Snyder’e de yer olmadığını idrak etmiş olduklarından, Snyderlerin canını sıkan Trumpların, Putinlerin, Erdoğanların arkasında hizaya girmişlerdi.

Diğer bölüğümüz ise Snyderlerdi. “Sizin hayal kurmaya hakkınız yok, hayal kurma görevi bizim ve siz bizim kurduğumuz hayallerin figüranlarından ibaretsiniz” demeye başlamışlardı. Çünkü onlar da idrak etmişlerdi ki, dünyada daha çok Snyder’e yer yok. Kabaca söyleyecek olursak, herkes Snyder olursa, Snyder olmanın bir manası yok. Snyder olmayı manalı kılan biricik şey, birilerinin Snyder olamaması ve Snyder olmaya imrenmesi idi. O bölüğe mensup olanlarımız, uzun süre boyunca, hep, “her zamankinden ama daha çok” diyerek gelmişlerdi. Bunun artık söylenemeyeceği noktaya gelince de, “zenciye zenci deme, eşcinsellere de özgürlük” filan gibi “daha çok”lar icat ederek yerlerini korumaya çalıştılar.

Kabaca ikiye bölünmüştük ve gittiği yere kadar bu dövüş sürecek gibiydi. Derken Rusya Ukrayna topraklarına girdi ve… Alper Görmüş’ün işaret ettiği gibi, ikinci bölükte yer alanların önemli bir bölümü, “disiplinli, dejenere olmamış, demokrasisiz” bir topluma ne kadar çok ihtiyacımız olduğunu keşfettiler. İlk bölüktekiler ise, evet, artık hayalleri kalmamış olsa bile, “ileride hayal kurulabilecek bir dünya olabilmesi hayali”ni…

Kartlar fena halde karıştı.

Politik•a•politik sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya Devam Edin