Sığırlar

İşbu virüs tehdidi ortadan kalktığında, Çin kazanmış olacakmış. Doğu Asya’nın otoriter rejimlerinin performansı, dünyada demokrasinin gerilemesine zemin oluşturacak, gözetim toplumlarının önünü açacakmış. Avrupa ve ABD nasıl çuvallamış ama…
Filan.
İçinde yaşadığımız gerilim Çin-ABD veya Çin-AB meselesi değil. Doğu Asya-Batı Avrupa meselesi de değil. Demokrasi-otoriterlik meselesi hiç değil. Bütün bunlar, bana kalırsa, virüs öncesine dair kavramlaştırmalar.
Ve…
Virüs sonrası kavramlaştırmalar da henüz yok. Onları inşa edeceğiz. Ne olacaklarını bugün bilmiyoruz ama ne olmayacaklarını emniyetle söyleyebilirim diye düşünüyorum. Aha Çin, ABD, Batı, Doğu, demokrasi, otoriterlik filan olmayacaklar.
***
Önce şu virüs öncesi / virüs sonrası mevzuu hakkında diyeceklerimi diyeyim. İşbu virüs, hangi veriyi esas alırsam alayım, yarattığı etki ile orantılı bir mesele değil gibi görünüyor. Başlangıçta yaptığım tahmini büyük ölçüde revize etmek zorunda kalmıştım, görünen o ki o revize edilmiş tahminimdeki can kayıplarına bile yol açmayacak. Gölgesi kendisinden misliyle uzun bir problemimiz var. Klasik metaforun belki de tam yeri: Virüs, güneş batarken sahneye çıktı, gölgesi bu yüzden bu kadar uzun.
Güneş batarken?
Bir devir sona eriyordu yani. Virüs yüzünden sona ermiş olmayacak, zaten sona eriyordu. Virüsün yol açtığı reel tahribat ile yarattığı etki arasındaki orantısızlık bize, virüs hakkında değil bir şeylerin vaktinin çoktan dolmuş olduğu hakkında çok şey söylüyor. Ve bana öyle geliyor ki devri çoktan dolmuş olanlar arasında Çin, ABD, AB filan gibi öznelere yükleye geldiğimiz manalar başı çekiyor.
***
Gelelim otoriterlik/demokratiklik mevzuuna…
Bir düşünce deneyi teklifim var. Türkiye’ye muhtelif yollarla gelmiş çok sayıda Afgan, Paki, Orta Doğulu, Afrikalı insan var malumunuz. Şimdi İtalya ve Çin bu insanlara kapılarını açtığını ilan etse? Ne olur?
İtalya, yani istatistiklere göre en başarısız devletin hüküm sürdüğü, en riskli yer bir yanda. Çin, yani yine istatistiklere göre, başlangıçtaki başarısızlığının ardından müthiş bir performans sergileyen ve virüs tehdidini aştığını iddia eden yer öte yanda.
Siz, işkilli Süleyman’ın hışmına uğrasanız ve sınırdışı edilmenize karar verilse, İtalya ve Çin kapılarını size açsa, başka da seçeneğiniz olmasa… Ne yaparsınız?
Çinlilere sorsak “Çin mi, İtalya mı” diye, bir de İtalyanlara sorsak…
Paradoks gibi görünecek ama hayatta, hayatta kalmaktan daha mühim şeyler var. O yüzden insanlar binlerce kilometre yol tepip Türkiye’ye geliyorlar. Sonra motorlara doluşup Ege’ye açılıyorlar. Aralarından pek çoğunun yolda telef olacağını bilerek yola çıkıyorlar. Hayatta kalma ihtimalleri, yola hiç çıkmasalar daha yüksek, biliyorlar.
Tayin edici olan benim veya sizin Çin, ABD, Avrupa ve saire hakkındaki bilimsel görünümlü hükümlerimiz değil. Tayin edici olan, kitlelerin yönelimleri. Kitleler otoriter rejimler altında yaşamaya katlanabilirler. Demokratik rejimler için ise katlanmak tabirini kullanamazsınız. Yani kitlelerin demokratik rejimlere katlandıklarını söylemezsiniz. Demokrasiye katlananlar, demokrasiye katlanmak zorunda kaldıklarını söyleyebileceğimiz özneler, mesela Perinçek, mesela Bahçeli, mesela Erdoğan, işkilli Süleyman filan.
Dünyanın her yerinde öyle özneler var. Ve bazı yerlerinde de o öznelerin ellerinde birikmiş ciddi güç var. Mesele o gücün büyüklüğü. Eğer yeterince büyükse, demokrasiye katlanmaktan kurtulmalarına yetecek kadar büyükse… Eh, otoriter bir rejim zuhur ediyor. Ama bu, kitlelerin tercihi yüzünden değil, o tercihe rağmen böyle oluyor.
Türkiye’de bir asrın lideri var, malumunuz. Virüs meselesi ortaya çıktığında, daha önce de işaret ettim, hep yaptığı gibi arazi oldu. Sonra neredeyse her akşam çıkıp zevzekçe laflar etti, durdu. Dün, sokağa çıkma yasağı getirilirken… Yine arazi beyimiz.
Otoriter bir rejimde mi yaşıyoruz? Evet. Şahsı otoriter. Pek neden ortaya bir problem çıktığında, Kasımpaşalı bir kabadayı gibi, delikanlı gibi, çıkıp mesela “sokağa çıkma yasağı ilan ediyoruz” diye kendi söylemiyor da… İki saat kala, valiliklere tebligat, filan…
Çünkü kitlelerden korkuyor asrın liderimiz. Bir yığın soysuzu maaşa bağlamış, kendisi hakkında ölçüsüz bir propaganda yaptırıyor. “Kaşının altında gözün var” diyen, ölçüsüz zulmü göze almak zorunda. Bu şartları Oğuz Aral’ın Avanak Avni’sine sağlasak, o bile bir delikanlılık gösterecek cesareti kendinde bulur. Şahsı bulamıyor. Varsa yoksa, sosyal medyayı biraz daha korkutabilir miyiz, filan.
Demem o ki, katlanılan şey ile tercih edilen şey arasında bir fark var. Neyin tercih edilen şey olduğunu, şahsı ve onu orada tutarak saltanattan hisse almayı sürdürmeyi hayal eden zibidiler bile biliyor. O kadarcık zekâları ve cesaretleri ile…
***
Böylece geldik zekâ mevzuuna…
Eğer kendisine zekâ testi yapılsa “desteğe muhtaç” çıkacak biri diyesiymiş ki, “korona testi yerine zekâ testi yapılsın”.
Dün gece 22:00’de, iki gün boyunca sokağa çıkma yasağı uygulanacağı duyuruldu. “Duyuruldu” dedikse, biliyorsunuz işte, ne şahsı, ne her bir şeyden işkillenen zavallı çıkıp bir şey demediler. Sokağa çıkma yasağının şartlarını bile yasak başladıktan sonra net olarak öğrenebildik.
Ahali de son derece kısa sürede bir reaksiyon gösterdi. Sayısız fotoğraf var, market/büfe önlerinde, sosyal mesafeyi korumaya çalışarak sıraya girmiş insanları gösteren… Ama orada biri, iki şişe Coca Cola almış kasa sırası bekliyor. Memleketimin çok zeki sığırları, derhal zekâ muhabbetine başlıyor. Ahali evinde bir şey stoklarsa bu çok zeki sığırlar ahaliyi aptal buluyor. Stoklamaz da “iki gün ne yaparım” durumuna düşerse de öyle…
Tabloyu netleştirelim.
Ahali devlet denen aygıta güvenmiyor. Devlet denen şey, daha kurulduğundan itibaren ahali kendisine güvensin diye hiçbir çaba harcamamış.
Buraya bir parantez açalım ve Almanya misaline bakalım. Yani devlet denen aygıt ille de bizimki gibi olmak zorunda değil, farkı görmek babından. Pekâlâ kendi meşruiyetini ahalinin kendisine güvenine yaslamaya endekslemiş bir devlet de olabiliyor yani.
Senin devletin daha kurulduğu andan ahaliye güvenmemiş, ahalinin kendisine güvenini de umursamamış. İşkilli bir devlet yani. Kendisini güvende hissetmiyor ve kimseye güven vermek gibi bir derdi de yok. Hep, koltuk ile mabadı arasındaki teması güvene almaya çalışan işkilli zevatın malı olmuş olan bir devletten söz ediyoruz. Ve ahali de, onlarca yıllık tecrübesiyle, nasıl bir özneyle muhatap olduğunu biliyor. Hemen herkesin aklına, “ulan bunlar 48 saat diyor ama Pazar gecesi çıkıp ‘uzattık’ da diyebilirler” geliyor.
Demezler mi? Demezler. Valilere filan dedirtirler. Artık muhtemelen valiler de demez de, bir zavallı yardımcılarını sürerler namluya.
Aha devlet denen şey bu. Memlekette devlet denen şey, kurulduğundan beri bu. Ahalinin denkleminde hesaba kattığı devlet, bu devlet, kendilerini çok zeki zanneden sığırların kitaplardan okudukları için mevcut olduğunu vehmettikleri devlet değil. Kendisini çok zeki zanneden sığırlar, ders kitaplarından başka bir şey okumamış, ders kitaplarında okuduklarını da gerçeklik zanneden sığırlar farkında olmayabilir ama gerçek devlet, ahalinin bildiği devlet.
Ve hasbelkader bir diploma almış, kendisini pek zeki zanneden o sığırlar, okudukları üç beş sayfayı gerçeklik zanneden o sığırlar, gerçekliğin nasıl işlediğini az çok tahmin edebilir durumda olan ahalinin zekâsını mevzu ediyor. Okuduğu üniversiteye girerken iki net matematik sorusu çözememiş zibidilerden söz ediyorum. Bakın sahiden… Yıllarca dershaneye gitmiş, özel ders almış, binlerce test çözmüş… Bu kadar dopingden sonra matematikten iki net çıkaramamış, ama başkaları daha da başarısız diye ODTÜ’yü kazanmış… Buradan da kendisine bir iktidar çıkarmaya çalışan zevzeklerden söz ediyorum.
Neymiş? İki gün sigara içmesek ne olurmuş? Sana ne lan! Kimsin sen, zibidi? Sigara içip içmeyeceğimize, ne kadar içeceğimize karar vermeye pek yetkili olduğunu zanneden şahsından sonra bir de sana mı hesap vereceğiz?
İşbu salaklara sorsan, “Türkiye’deki Afganlar İtalya’ya mı, Çin’e mi gitmeli” diye, küstahça, “elbette Çin’e” der, bildiği üç beş kavramla destan gibi açıklamalar yapar. Ama mesele kendisi olduğu anda, kapağı İtalya’ya atmaya can atar.
Kafatasının içindeki üç beş nöronun bütün mesaisi “bakın ben şu geri zekâlı ahaliden farklıyım ha, ben çok bir şeyim” demeye tahsis edilmiş bir yığın cahil, budala mezun etti Türkiye’nin üniversiteleri. Onların bir bölümü için, ahali düşünmese pek bir iyi olacak, ahaliyi bir güzel yönetecekler. Kalanı için de ahali acıkmazsa… Kusur hep ahalide yani. Fırsatını denk getirebilirse düşünüyor, fırsat olsun olmasın acıkıyor.
Ahali, bugüne kadar ahalinin bir tek problemini çözememiş, “ben senden değilim ha” deyip durmuş, mütemadiyen eşitlik, bağımsızlık, zart zurt diye geviş getirmiş, yine de her şeye talip olmuş olanlardan sıtkı sıyrılmış, şahsına, damada, işkilliye filan katlanıyor. Bunlar da “ahalinin tercihi işte bu, görüyorsunuz ben ne akıllıyım, zekiyim” derdinde.
***
Defalarca gündeme getirdim, bütün sosyal sistemlerin, siyasetin, iktisadın temel determinantı güvendir. Türkiye’de devlet güvenilir değil. Memleketin hasbelkader diploma almış, entelektüel elitleri güvenilir değil.
Ama mesele işbu öznelerin güvenilir olmamasından çok öte. İşbu özneler güvenilir olmayı umursamıyorlar. Güvenilir olmak için çaba harcamıyorlar. Kendi kariyerlerini güvenilir olmak üzerine inşa etmiş değiller.
Eğer güven yoksa… Ancak şiddet vasıtasıyla inşa edebilirsiniz otoriteyi. Korkutarak…
Başa dönelim.
İnsanlığın on binlerce yıllık birikimi var. Esasında zaten biyolojik kodunda güven duygusu var. İlaveten güvenin ne kadar mühim bir şey olduğunu yaşayarak, tecrübeyle öğrenmiş. İşbu kriz, insanın insana güvenini kendi dolayımından geçirerek bu trafikten kendisine bir iktidar yaratmayı alışkanlık haline getirmiş olan öznelerin krizi. Daha dolaysız, daha derin ve daha yaygın bir güven fazına geçecek dünya.
Çin?
Onun böyle bir dünyaya entegre olması biraz vakit alacak.
Türkiye?
Eh işte… Milli Eğitim Sistemi denen süreçte beyni alınıp yerine “herkes bize düşman, tam bağımsızlık, biz bize yeteriz” fikirleri (!) monte edilmiş zevzekler, bir de üstüne dünya entelijansiyasının krizinde çaresizlik içinde imal edilmiş “insan dünyanın kanseri” türünden zırvaları sos yapınca… Bütün bu kavrayışla birlikte yıllar yılı imal ettiği komplo teorilerini de karşı taraf istihdam edince… Elleri ayaklarına dolandı.
İşbu heyetle ne olsun bekliyorsunuz?