Yıldıray Oğur Ankara Nasıl Alabama Oldu diye sormuş. Yazısından anladığım kadarıyla Ankara Alabama olmamış. Bu tespiti yaparken Alabama’da siyah düşmanlığının devlet tarafından organize edilen bir faaliyet olmadığını, sivil bir nefretin tezahürü olduğunu varsayıyorum. Ankara’da yaşanan şey ise, pek de sivil bir inisiyatif gibi görünmüyor. Oğur’un işaret ettiği Ekşi Sözlük başlığına girdim. Faşist, ırkçı, kasabalı kesimlerin
Çocukluğumun ilk yılları, Eskişehir’de, toprak evlerle bezeli mahallelerde geçti. Her bahar özenle kireçle badanalanan, pencerelerinde çiçekler bulundurulan evler, muhacirlerin evleri idi. Bundan altmış yıl önce, üzerinden onlarca yıl geçmiş mübadele marifetiyle birbirine temas etmek zorunda kalmış iki ayrı “kültür” arasındaki gerilimler hâlâ —bir biçimde— hissediliyordu. Bir taraf diğerini medeni olmamakla, ötekiler de berikileri gelip kendilerini
Roni Margulies, Ukrayna’da sürüp giden hadisenin beyazları nasıl şaşırttığının misallerini sıralamış. “Ay ama olmaz ki, bu tür şeyler kara kafalıların başına gelir veya onlar yüzünden olur diye biliyorduk biz, hayırdır siz sarışın mavi gözlülere n’oluyor” makamından hayret nidalarından müteşekkil ilginç bir seçki. Ayrımcılığın en fenasını teşhir eden bütün bu laflara duyduğumuz tiksintiyi bastırıp, şöyle serinkanlı
Zehra Çelenk demiş ki, “Irkçılık, komploculuk, aşı karşıtlığı… Bunların üçü azımsanmayacak bir kesişim kümesi oluşturuyor. Ortak noktaları ne peki? Dünyayı kendine ait saymak. Ötekileri, farklı olanı yok sayan, yok sayamadığında düşman gören bir tür narsisistik içe kapanma hali.” Harika bir tespit, bayıldım. Yazı ilerliyor ve şöyle bir durakta nefesleniyoruz: “Değişmek mümkün mü bilmiyorum ama dünyaya