Tamirci Çırağı

Daha önce demiştim, Cem Karaca şarkılarına bayılırım. Ama hepsine değil, bazılarını sevmem. İçlerinde biri var ki, hiç katlanamam.
Eğer metnin başka bir başlığı olaydı, itiraf edin, o katlanamadığım şarkının Tamirci Çırağı olabileceğine ihtimal veremezdiniz — Cem Karaca şarkıları arasında çok özel bir popülariteye sahip. Ama şimdi, “ulan neden olmasın, bu herifin sevmediği şarkı pekâlâ Tamirci Çırağı olur” diye geçmiştir herhalde içinizden.
Bir burjuva kızı otomobilini tamirciye getirmiş. Tamircinin çırağı kızı görür görmez âşık olmuş. Kız yüz vermemiş. Ee?
Oğlana kendi sınıfından bazı kızlar da yüz vermemiştir. Kız kendi sınıfından başka erkeklere de yüz vermiyordur. Kıza da gönül kaydırdığı başkaları yüz vermiyordur —mesela ayrı sınıflardan da olsak, bana yanaşmaya kalksaydı “höt” derdim. Öyle “elleri ak, yumuk yumuk, ojeli tırnakları”.
Ne var bunda? Nasıl sınıfsallaştırılabilir bu iş?
Ama benim asıl takıntım başka. Tamirci çırağı, kızın otomobili almaya geldiği gün tulumları giymemiş, saçlarını da taramış. Otomobilin de kapısını açmış. Yani? Aşkına kızın karşılık vermesi için lazım geleni ikmal etmiş. Bütün bu lazımı ikmal etmeden yazıklansaydı… Olmayacaktı. İçimiz ona acımayacaktı. Şimdi acıyor çünkü… Daha ne yapsın çocuk!
Daha o vakit, genç bir ODTÜ öğrencisiyken, “aha işte memleketin devreleri, buradan akım geçtiğinde yanıyor” demiştim. “Buradan.” Yani, “ben lazım geleni yaptım abi” kanaatinden… Sen lazım geldiğini düşündüğün şeyi yapmışsan ve fakat problem çözülmemişse… Demek ki lazım geleni yanlış biliyormuşsun. Belki de tulumları çıkarmasan, sigaranın dumanını yüzüne üfleyerek kıza “kız şırfıntı, otomobil böyle mi kullanılır, aracı haşat etmişsin” desen, iş yoluna girecek. Olamaz mı yani?
Kanaatimce, tamirci çırağının tercih ettiği davranışla olma ihtimali milyonda bir idiyse, benim dediğimi yapsaydı olma ihtimali en az milyonda ikidir. Neticede kızın çevresinde tulum giymeyen, saçları daha iyi berberlerin elinden çıkma, kapısını daha biçimlice açan yığınla erkek vardır. Bilmem kaçıncı sınıf taklidini n’apsın?
Filan.
***
Derdimi ifade edebildim mi bilmiyorum.
ODTÜ’yü kazanmış, kendilerini solcu/sosyalist gören akranlarımın hemen hepsinin dilinde pelesenk olmuştu Tamirci Çırağı. Ve ben bu memlekette yerimin pek dar olacağını, o meşum şarkı sayesinde öğrenmiştim. 19 yaşımdayken.
Elbette mesele kendilerini solcu/sosyalist zannedenlerle sınırlı değildi, aziz memleketimin yekûn insanları… (a) Bir problemle karşılaştıklarında bildiklerini okuyorlardı. (b) Problem çözülmeyince “ulan bilmiyormuşuz” demiyor —misalimizdeki sınıfsallık gibi— kocaman bahaneler buluyorlardı. (c) Huzura eriyorlardı.
(Evet, mesele sol/sosyalist bir alanın meselesi değildi ama insan ODTÜ’de okuyan ve kendisinde —solcu/sosyalist olmasından da kaynaklanan—bir üstünlük vehmeden insanlarda, tamirci çırağından beklemeyebileceği bir derinlik de bekliyordu yani, itiraf edeyim.)
Buradan Joker’e geçebilmek için hafif bir viraj almak kafi artık. Ama önce daha önce defalarca belirttiğim şeyi hatırlatayım. İşbu ruh durumunun bize ve bizim gibi toplumlara has olduğunu zannederek ta bu yaşıma kadar geldim. Trump seçimiyle aydınlandım ve “hmm, burjuva çocukları da öyle yapıyor, saçlarımı da tarayayım tamam, kızı düşürürüm” tarzı dünya okumasının evrensel olduğunu anladım. Demek ki dünyada da yerim darmış.
Şimdi hafifçe direksiyonu kırıyoruz ve Joker’in Murray’a dediklerini hatırlıyoruz. “Komedi sübjektiftir Murray! Hepiniz çok fazla biliyorsunuz, sistem çok fazla biliyor, neyin doğru neyin yanlış olduğunu belirlediğiniz gibi neyin komik olduğunu, neyin olmadığını da belirliyorsunuz.”
Komedi sübjektif midir? Bana göre evet öyledir. Hayatımda bir tek Nejat Uygur veya Levent Kırca esprisine gülemedim. Buna mukabil Devekuşu Kabarenin neredeyse her yaptığını defalarca izleyip, tekrar tekrar güldüm. Benim gülemediklerime kasıklarını tuta tuta gülüp, benim güldüklerime burun kıvıranlar tanıdım. Yani evet, komedi sübjektiftir.
Neyin doğru, neyin yanlış olduğunu tayin eden bir merci var mı? Eh, öyle —orada uzakta, sınırları belli belirsiz hissedilen— bir özne var, neyin doğru, neyin yanlış olduğunu kısmen etkiliyor. Gerçi o öyle Murraylarden oluşan bir tür gizli tarikat filan değil, Murraylerin de işaretlerini dikkate aldıkları anonim bir özne ama hadi o öznenin adına sistem demekte mutabık kalalım ve kötücül bir özne olduğu imasını da yutalım.
Ama o özne neyin komik olduğunu, neyin komik olmadığını belirlemiyor. Joker insanların, birbirinden çok farklı insan gruplarının karşısına çıkıyor ve güldüremiyor. Joker komik değil. Bu kadar basit.
Bana kalırsa Todd Phillips, Joker’in güldüremiyor olduğunu gözümüze sokmak için çaba harcamış. Tamirci Çırağı hakkında hissettiğimi Joker hakkında da hissetmem için, herkesin öyle hissetmesi için özel çaba harcamış. Ama ben bu dünyayı biliyorsam, tıpkı Tamirci Çırağını mırıldanıp gezenler gibi bu filmi izleyenler de “evet ya, haklıyız, lazımı ikmal ettik ama yine de olmadı, ‘onlar’ izin vermiyorlar” diye gezeceklerdir.
***
Yıllardır söyleye geldiklerimi tekrarlayıp dünya karşısındaki kendi pozisyonumu netleştirerek bitireyim.
Türkiye’de devlet, büyük, güçlü ve ağır bir özne olarak, hiç müdahil olmaması gereken terazilerin kefelerine şımarıkça ve küstahça abandı/abanıyor. Dolayısıyla sosyal kesimler arasındaki rekabeti bozdu, haksızlaştırdı.
Toplumda görünür olmak için ekstra çaba harcamayı gerektirmeyen iştigal alanlarında, mesela medyada, üniversitede, bürokrasinin üst kademelerinde, sanatta ve benzer alanlarda, rekabetin bozulmuş olması yüzünden, sosyal kesimlerin temsilinde bir —eşitsizlik değil— adaletsizlik vuku buldu.
Söz konusu alanların hepsinde belirli seviyeye gelebilmek için talim gerekir, idman gerekir ama yetmez. Oynamak da gerekir. Yaptığı talimi kimin sindirebildiği, sahneye çıkınca belli olur. Adaletsizlik iki yönlü negatif etki yaptı. Bazı kesimlerin mensupları sahneye çıkamadıkları için kendilerini yetiştiremediler. Diğerleri de —doğru dürüst bir rekabetle karşılaşmadıklarından— kendilerini yetiştirme ihtiyacı hâsıl olmadan sahnede kalabildiler.
Dolayısıyla Türkiye, hemen her alanda kalitesizliğe mahkûm oldu. Kalitesiz işler yaptık, kalitesiz işlere razı gelmek zorunda kaldık. Kalite düşüklüğü ülkede standart oldu.
Kalitesizliğin yol açtığı problemleri büyük resimlerle açıklamayı tercih ettik —daha doğrusu öyle açıklayınca “ne diyorsunuz lan siz” diyebilecek bir öznenin zuhur etmesini imkânsızlaştırdığımız için, öyle yapabildik. Biz lazım geleni yapmış, tulumları çıkarmış, saçlarımızı taramıştık ya, güzel kızın bizi reddetmesi sınıfsaldı mesela. Dinseldi, küreseldi, şuydu, buydu. Ama zinhar bizden, bizim işimizi doğru dürüst yapamıyor olmamızdan kaynaklanmıyordu.
Delil lazım mı? İşte kızın birlikte gezdiği oğlanların da tulumları yoktu, saçları taralıydı, kızın otomobilinin kapısını açıyorlardı. Kız onlara bu sebeplerle yüz veriyordu. Biz yapınca yüz vermiyordu. Demek ki… Sınıf.
***
Aylardır üzerinde tepindiğim ne varsa, Joker filmi, bence, pek güzel özetlemiş.
Dünyada işler yolunda gitmiyor, çünkü değişen dünyayı doğru dürüst tahlil etmeden, eski bildik usullerle —tulumları çıkarıp, saçları tarayıp, otomobilin kapısını açmakla— kızı tavlamaya çalışan seçkinler, avuçlarını yalıyor. Ama kızın otomobilini kenar mahalledeki tamirciye götürmesine de izin vermiyorlar, kendileri alıp götürüyorlar. Tamirci çırakları kızı ancak uzaktan, YouTube’da ve/veya Instagram hesabındaki fotolarından görebiliyorlar.
Kız otomobilini kendisi götürse, tamirci çırakları da avuçlarını yalayacaklar. Ama şimdiki mesele o değil. Şimdiki mesele “o kız buraya gelecek” meselesi. (Bu arada, mevzuu ele alış tarzımı fazla seksist bulanlar olursa belirteyim, şarkı öyleydi, itiraz eden de olmadı. Bildiğim kadarıyla hâlâ da yok.)
Daha söyleyeceklerim var. Devam ederim.