Tarihin Tarihi

Berktay Osmanlı’nın modern sayılıp sayılamayacağı sorusunu fırsat bilip, tarihçilerin Avrupa merkezli yaklaşımlarının tarihini eleştirmeye soyundu (bağlantı bugüne kadarki son yazıya, devamı olacak mı, bilmiyorum). İyi yaptı. Biz tarihçilerin yaklaşımının tarihi hakkında bir şeyler öğrendik ama esasen Berktay hakkında zaten biliyor olduğumu düşündüğüm şeyleri teyit etti.

Şöyle olmuş anladığım kadarıyla.

Avrupa bir şeyler başarmış, zenginleşmiş. O zenginleşme sayesinde boş vakti artan akıllı çocuklarının bir bölümü fizikle, bir bölümü kimyayla, başka bölümü coğrafyayla uğraşacak vakit bulmaya başlamış. Beri yanda birileri mesela, tabiattaki canlıları tasnif etmeye hasretmiş vaktini. Birilerinin ise merakı tarihmiş.

Eh, Newton mesela tarihe değil de fiziğe hasretmiş kendi vaktini. Hasretmiş de ne yapmış? Diferansiyel hesabı geliştirip, kütlelerin hareketinin kanunlarını bulmuş. Ama mesela izafiyeti bulamamış. Kimyayla uğraşanlar periyodik tabloyu geliştirip elementleri tasnif etmişler ama mesela elektronları bilmiyorlarmış.

Yani?

Bir şeyle uğraşmaya başlandığında, yolun sonraki merhalelerinde bilinecek olanlar bilinememiş. Bir yola girilmiş, hepsi o. Bir yığın yalan yanlış varsayımda bulunulmuş. Sonra gelenler o varsayımların bir bölümünü çürütmüş, başka şeyler bulmuşlar. Bu arada başka yalan yanlış varsayımlarda bulunmuşlar. Newton’u yattığı yerden kaldırıp, “ulan biz seni Kraliyet Akademisine başkan bile yaptık, neden elektromanyetik meselesinin çözümünü Maxwell’e bıraktın” demenin manası var mı?

Bence yok.

Tarihle uğraşanlara da “iki yüz yıl sonra öğrenilecek olanı neden en başta bilemediniz” diye sormak da aynı derece manasız bence. Dahası, “ulan neden benim tarihimi merak etmiyorsunuz da kendi tarihinizi merak ediyorsunuz” demenin manası var mı?

Bence yok.

Adamların —cinsiyetçilik yapmıyorum, hepsi erkek— bildikleri dil kendi dilleri. Ulaşabildikleri arşivler kendi dillerinde ve Latince yazılmış metinlerle dolu. Kalkıp İstanbul’a gelmeye teşebbüs etseler, maddi kaynak lazım. İstanbul’da nasıl bir tavırla karşılaşacakları meçhul. Ellerindeki imkânlar neye elveriyorsa onu yapmışlar.

Ve…

Eğer bir şeye fazla odaklanırsanız, o şey size dünyanın en mühim şeyi gibi görünür. İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı olsanız ve günün 24 saatini İstanbul’a hasretseniz, İstanbul size dünyanın merkeziymiş gibi gelir. Kaldı ki, o dönemde dünyaya baktığınızda, dünyada olup biten bütün kayda değer şeylerin Batı’da oluyor olduğunu düşünmek çok da sebepsiz değil. Kalan her yer, bin yıl önce nasıl idiyse hâlâ öyle gibi. Uzaktan bakmanın da bu algıda tesiri vardır ama tamamen gerçekdışı bir algı da değil.

Dahası… Bir Newton yaşamış, evrensel kanunlar bulmuş. Herkeste evrensel kanunları bulmak konusunda bir şehvet… Sizde neden olmasın! O güne kadar bulduğunuz, sadece kendi tarihinize bakarak bulduğunuz kanunların evrensel olduğuna vehmetmek neden tuhaf olsun! “Ama bilimin metodu bu değil” filan gibi zırvalara itibar etmiyorsanız… Ki etmemelisiniz, Newton’un bulduğu kanunlar da evrensel değildi, bir yığın boşluğu vardı, şimdi hangisi olduğunu unuttuğum bir gezegenin yörüngesini açıklayamıyordu mesela ve “Tanrı arada saati kuruyor” filan gibi dâhice bir açıklama getirmişti.

İmkânlar o kadar yani.

Sonra mesela, Mısır’ı keşfetti Avrupalılar. Sekiz bin yıl önce Mısır’da yapılabilmiş olanları görünce, gözleri yuvalarından uğradı. “Ulan herifler sekiz bin yıl önce şöyle bir haldelermiş, şimdiki hallerine bak, bunların bilinebilir tarihinde ciddiye alacak bir şey olmuş olamaz” demişlerse…

Böyle bir hikâye yani Berktay’ın anlattığı hikâye.

Ve doğru anlıyorsam, adamlara “neden bizim tarihimiz hakkında daha titiz olmadınız” diye sitem ediyor. Kendince haklı, çünkü bilimsel metodun daha titiz olmayı dayattığını düşünüyor. Ve bence, yukarıda özetlediğim şekliyle, tuhaf oluyor.

Peki, Berktay’ın bu tutumu benim kendisi hakkındaki hangi kanaatimi teyit ediyor? İflah olmaz Aydınlanmacılığını… Mezkûr yazı dizisinde de mesela, derhal, Batılı tarihçiliği safhalarına ayırıp kategorize etmek gibi bir işe teşebbüs ediyor. Ve fakat bu işi yaparken o Batılı tarihçilerin maddi şartları nasıl değişmiş, biriken bilgi nasıl bir iş yapmış, bu gibi faktörlere pek yer yok. Meseleyi —bana öyle görünüyor ki— ideolojik bir perspektife, bilimsel değil ama bilimci ideolojisinin perspektifine yerleştiriyor.

Newton bir şey yaptı ve herkes kendi alanının Newton’u olmaya özendi —daha önce de demiştim. Darwin biyolojinin Newton’u olmaya özendi, Marks da tarihin. Mesele şu ki, Darwin biyolog değildi, Marks da tarihçi değildi. Ama havada bir takım şahane fikirler uçuşuyordu, atmosfer spekülasyon yapmaya son derece müsaitti. Herkes avcunu açıp havada uçuşan fikirlerin bir bölümünü yakalıyor, onlarla başka bir fikir imal ediyor ve havaya salıyordu.

Tamamı spekülasyondu.

Darwin mesela, Mendel’in yaptığı çalışmalardan bile habersizdi, gen kavramı yoktu kafasında. Ama onun spekülasyonu, Mendel’in daha titiz bilimsel çalışmalarından daha müessir oldu —gerçi sonradan anladık ki Mendel de deneylerinin sonuçlarını sabunlamıştı.

Neden Darwin Mendel’den daha müessir oldu? Bir defa spekülasyonu daha doğurgandı, âlemin nasıl olduğundan çok nasıl biçimlendirilebileceğine kafa yoran Aydınlanmacı akıllar için müthiş fırsatlar vadediyordu. İkincisi Darwin İngiliz’di ve İngiltere dünyanın süper gücüydü. Üçüncüsü, Darwin’in dilini konuşan ve boş vakti olan daha çok sayıda eğitilmiş insan vardı. Dolayısıyla o spekülasyonun etrafında, daha kısa süre içinde daha çok spekülasyon imal edildi.

Yani daha doğru olmak, daha adil olmak, daha bilimsel olmak filan gibi faktörler, bilim dünyasında bile beklendik şeyler değil. Hiç olmadı, o vakit neden olsun? Bilim insanı dediğiniz insanlar da, bilim insanı olmadan önce insan.

Marks’ın spekülasyonları da çok doğurgandı. Olağanüstü bir hızla doğurdu. Esasen kimsenin toplumların nasıl bir seyir izlemiş olduğuyla pek alakası yoktu, toplumları kafalarına göre biçimlendirmek isteyenlerin bir tutamağa ihtiyacı vardı. Marks onlara o tutamağı sağladı. Marks’ı da o tutamağa minnet duyanlar peygamber ettiler.

Kıyıda, Berktay’ın saygı duyacağı birçok kişi de hayatlarını titizlikle spekülasyonları test etmeye adadılar —kimileri Darwin’in spekülasyonunu, kimleri Marks’ın spekülasyonunu. Marks’ı ve Darwin’i onlar zenginleştirdiler. Marks’ı ve Darwin’i bayrak edip dünyayı biçimlendirmeye soyunmuş olanlar? İhtilal filan yaptılar.

Bana son derece makul, adil ve anlaşılır görünüyor bütün bu hikâye. Kimseye içerleyecek bir şey yok. Bugün komplekslik kavramlarını kullanarak, neredeyse bütün tarih yeniden yazılıyor. Kimsenin de Marks’ınki gibi aşırı basitleştirmelere itibar ettiği yok. Ama Berktay’ın sözünü ettiği dönemde, kimsenin elinde bugünkü kavram haritası yoktu. O kavram haritasıyla… O kadar.

Ama “hah, tamam, tarih bu defa doğru yazılıyor” filan denecek bir durum da yok. Merzifonlu Viyana yollarına düştüğünde gerçekte kaç kişilik bir orduyu seferber ettiydi, o ordunun lojistiği Osmanlı toplumunun hangi kesimlerine neye mal olduydu… Ölçmek için, onlarca kişinin bütün ömürlerini adamaları gerekir herhalde. Sen şimdi İstanbul Üniversitesinin tarih derslerinde “padişah çok kızdı, ‘boynunu urun’ diye emretti, sonra pişman oldu ama iş işten geçmişti” deyip geçiyorsan, elin oğlu neden o cefaya katlanıp, bilmediği bir alfabeyle, bilmediği bir dilde yazılmış onca metni araştırıp dursun?

Politik•a•politik sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya Devam Edin