Yetmez ama Evet

Geçenlerde bir videonun altına yapılan bir yorumda “Hoca’nın yetmez ama evetçiler dışında duygusal yaklaştığı bir konu daha çıktı” şakasını görünce şaşırmıştım. Yetmez ama evetçilere duygusal yaklaştığımın farkında değildim çünkü. Esasen yetmez ama evetçiler hakkında ekstra bir zihinsel/duygusal mesai harcadığımı düşünmüyordum —hâlâ da düşünmüyorum. Ama yazıp çizdiklerimden böyle bir duygu geçiyorsa… Bir yerlerde bir şeyler var demekti.

Karşılıklı şakalaştık ve bitti. Ama benim için bitmedi. Taşları yerine oturtamamıştım ki…

Haydar Ergülen Birgün’de bir yazı yazmış. Şunu anlıyorum. Yetmez ama evetçiler —birçok başkasının başka alanlarda yaptığı gibi— dehşetli bir hata yapmışlar. Özür dilemeleri gerekiyormuş. Başka hatalar yapanların da kendi hataları için özür dilemeleri gerekiyormuş. Mesela Ergülen’in kendisi, on yıl önce Erdoğan’ın bir davetini kabul edip, başka edebiyatçılarla birlikte kahvaltıya katılmış. Çok eleştirilmiş. Şimdi özür diliyormuş. Filan.

Niye eleştirilmiş, niye özür diliyor, hiç anlamış değilim. “Davet edenin duymak isteyeceği şunlardır” diye varsayar, kendi düşündüklerin yerine onları söylersin, ayıp bir şey olur. Özür dilemekle filan temizlenir mi bilemem ama özür dilemek gerekir. Diyelim ben, fikirlerinin ve icraatının birçoğuna katılmadığım çok kişiden davet aldım, yardım talep ettiler, elimden geldiğince yardım ettim. Bütün fikirlerine ve icraatına katıldığım kimse yok zaten. Bu durumda ne yapmak gerekir? “Ben senin ne mal olduğunu biliyorum, sana yardım etmem” demek mi gerekir?

Diyelim İzmir’de, İzmir’e, memlekete, memleketin gençliğine faydalı olacak, şehrin göbeğindeki bir bölgenin yağmalanmasına mani olacak bir Üniversite projesi var ve bu projenin gerçekleşmesi ümidiyle benden yardım talep edildi —bu dediğim tamamen bir kurgu değil. Filanca bakanla, valiyle, falanca genel müdürle görüşmem gerekiyor. Ne yapmak doğrudur? “Bunun şurasına tükürülmüş, bunun şu tarafı çürümüş” filan diye…

Zırvalık bu.

Ve bazılarının zırvalama hakkı var. Lekeli olduğunu düşündüğü herkesle temasını kesip, sosyal mesafeyi alabildiğine mesafeli tutup, kendisini kendisi gibi olduğunu düşündüğü insanlarla birlikte karantinaya alıp doğru işler yaptığını zannetme hakkı var her bir nadide şahsın. Ama herkes öyle değil. Ve iyi ki değil.

***

Özür müessesine inanmam. Memlekette özür dilenmesi talep edilen işlerin büyük bölümünün özür gerektirdiğini düşünmüyorum. Kalanlarını da özür telafi etmez. Hayatım boyunca sayısız hata işledim, özür dilemekle düzeltilebilir olan yok içlerinde. Kaldı ki, aynı şartlarda kalsam ve daha önceki yaşanmışlıklar yaşanmış bile olsa, hata olduğunu bile bile, belki de aynı şekilde davranırım. İnsanlar, genel olarak, kusurlu bir seçenek ile kusursuz bir seçenek arasında tercih yapmak zorunda kalmıyorlar. İkisi de kusurlu seçenekler —genellikle her biri kusurlu çok sayıda seçenek— arasından tercih yapmak zorunda kalıyoruz hepimiz. Temiz bir dünya olmadığı gibi, temizlenebilir bir dünya da değil yaşadığımız dünya.

Haydar Ergülen kendisinin sosyalist olduğunu söylemiş. Bende bıraktığı intiba devletperest olduğu. Memlekette devletperestliği sosyalistlik/solculuk zanneden bir yığın kişi var. Vatanseverlik zanneden bir yığın kişi de… Şu yetmez ama evet meselesine de bu devletperestlik kapısından girelim. Malum referandumda hayır oyu kullandım ve reyimi hiç saklamadım. Ve lakin hayırcılar arasında olmaktan da hiç huzurlu olmadım. Çünkü bildiğim yekûn devletperesetler hayır safındaydılar, hayır oyu kullandılar. Ne yapacağız şimdi? Mezkûr referandumda Kılıçdaroğlu’nun yanında yer aldığım için özür dilemem gerekiyor mu?

***

Referandumda hayır oyu çıkabilirdi. Eğer Kılıçdaroğlu ve CHP akıllıca oynasaydı oyunlarını, pekâlâ çıkabilirdi. Kürtler referandumu boykot ettiler, etmemeleri sağlansaydı, hayır demeleri sağlansaydı, referandumda hayır çıkabilirdi mesela. Siz CHP’nin bu hususta bir çabasına şahit oldunuz mu? Aksine, “Kürtler Erdoğan’a istediğini verecekler, o da Kürtlere özerklik verecek” gibi derin tahlilleriyle, kahramanca, bir başlarına…

Filan.

Esasen meseleleri oydu ki, Kürtlerle birlik olup kazanmayı kendilerine yediremiyorlardı. Devlet onlarındı ve devleti müdafaa etmek de onlara düşerdi, Kürtler kim oluyormuş. Ve daha da esasen, hâlâ oldukları gibi o gün de Kürtleri olmayan bir Türkiye hayali kuruyorlardı.

Canım, benimki de iş mi? Madem hayır reyi verip CHP ile yan yana durmayı içime sindiremiyordum ve Kürtleri de önemsiyorum, davetlerine icabet eder, boykot ederdim. Zaten rey kullanmama gibi bir alışkanlığım da vardı. O vakit de içime sinmeyecekti. Çünkü evet, bir cemaat meselemiz vardı. İlaveten Kürtleri önemsiyorum ama Kürtlerle birlikte oynamak istediğim için. Yoksa “Kürtler aykırı gitsinler, ben de omuz vereyim” diye değil.

Kendimden söz edip duruyorum çünkü kolayı bu. Yoksa memlekette hemen herkesin karşı karşıya kaldığı mevzu benimkini andırıyordu. Hatta İsmet Özel’in bile. Ve ben Akşam’daki yazımda ona bile hak vermek zorunda kalmıştım.

Marifetli bir muhalefet, referanduma gidilmesine mani olur, memleketi böyle kirli tercihler yapmak zorunda bırakmazdı. O marifeti sergileyemediler. Daha az marifetli bir muhalefet, kendi sıkletini doğru ölçer, daha geniş tabanlı ittifaklar arar,  “bu bir güven oylamasıdır” filan gibi manasız meydan okumalara girmezdi. CHP’de o kadar marifet de yoktu.

Daha da az marifetli bir muhalefet, referandumda sırtı yere gelince, “ne oldu lan” der, şöyle etraflıca bir araştırma yapardı. O günlerde erişebildiğim CHP’lilere, “aha bakın, evet oylarını da hayır oylarını da yanlış teşhis ve tasnif ediyorsunuz, kimin neden evet, kimin neden hayır dediğini etraflıca analiz etmeniz gerekir, şöyle araştırmalara ihtiyacınız var” dedim. Kimse kulak asmadı. Kendi toptancı ve özcü varsayımlarıyla tasniflerini yaptılar. Hâlâ da o tasniflerle iş görüyorlar. Bu memlekette her hangi bir işi doğru yapma seçeneği nedense gündeme gelmiyor, doğru tarafı seçmekten ibaret bütün mesele. Bir doğru taraf var, siz de onu seçeceksiniz, her şey otomatikman dosdoğru gidecek.

Hikâyenin sonrasını biliyorsunuz.

Bütün bu hikâyede en son suçlanacak olanlar evet diyenler, hayır diyenler, boykot edenler ve yetmez ama evet diyenlerdir. Yani ahali.

Kirli bir referandumdu, bütün seçenekleri kirliydi. Berbat neticeleri oldu. Hayır çıksaydı, muhtemelen daha berbat neticeleri olacaktı. “Olur mu öyle şey” gibi mi geçiyor aklınızdan, emin olun olurdu. TSK durumdan vazife çıkarıp… Bildiniz siz onu.

Ve bütün bu hikâyenin yekûn günahı, getirilip yetmez ama evetçilerin omzuna yıkılıyor. Benim bütün yaptığım da, zannediyorum, “o kadar kolay yırtamazsınız” demekten ibaret. Hepimiz kirlendik o referandumda.

Hepimiz.

Özürmüş…

Politik•a•politik sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya Devam Edin