Boyun Eğme, Eğdirme

Kendilerine solcu diyenlerin sol derken nasıl bir şeyden söz ettiklerini tarif etmeye çalışıyordum. Onların yapıp ettiklerinin benim zihnimde oluşturduğu failin bir robot resmini çıkarmaya yani. Gazete Duvar’da Mücahit Bilici’nin “Sol nedir, sağ nedir?” başlıklı bir yazısını görünce duyduğum hevesi tahmin edebilirsiniz yani. Ama o heves çok kısa sürdü. Muhayyel bir dünyanın solu ve sağı üzerine, olması gereken bir dünyada olması gereken bir sol ve olması gereken bir sağ üzerine çeşitlemelerdi hepsi.
Hâlbuki ortada bir cinayet değilse de, bir suç değilse de bir kabahat var. O kabahatin bir faili var. Belki müşfik bir aile babasıdır o fail, belki de sokak kedilerine merhamet gösteriyor, yolun üstünde bir taş görünce kimsenin ayağına değmesin diye zahmete giriyordur. Başka zamanlarda ve başka yerlerde pek makbul bir vatandaş olabilir ama kabahat mahalline her girdiğimde, usulca sıvışırken her defasında gölgede kalmış yüzünü belli belirsiz seçtiğim bir fail var. Var yani, eminim.
Derken…
Yardım hiç beklemediğim bir yerden geldi, Berktay’dan… Başladığı yerden bir hayli uzaklaştığını düşündüğüm uzun bir serinin bilmem kaçıncı yazısında, Cemal Kafadar’ın kendisini tanıştırdığı Amerikan yerlisi bir kadın şairden söz ediyor, bence mutlaka okumalısınız. O yazı ve sonrasındaki, beni, boyun eğme/eğdirme kavramına getirdi.
Ve bence… Evet… Kabahatliyi de, kabahati de teşhis edebiliriz artık. Sadece boyun eğme/eğdirme kavramı yardımıyla.
Bu arada düzen kavramıyla da hesaplaşmamız gerekiyor. Çünkü düzenin ancak bütün özneler boyun eğerse gerçekleşebileceğine dair bir iman yatıyor o kabahat mahallinde işlenen bütün günahların ardında. Kendileri boyun eğmişler, herkesten —ama herkesten— de boyun eğmesini talep ediyorlar. “Bilim öyle diyor” filan gibi retoriklerle, “ekosistem uf oldu” gibi acındırmalarla, “tabiat dersimizi verecek” gibi tehditlerle, artık neye akılları eriyorsa onunla, o anda akıllarına ne gelirse onunla, bizi boyun eğmeye çağırıyorlar.
Sorsanız, kendilerine boyun eğdirmeye çalışanlara boyun eğmedikleri için saygıyı hak ediyorlar. Erdoğanlara, Trumplara boyun eğmemekle övünüyorlar. Kendi hesabıma boyun eğmemekle ne yapmış olduklarını, boyun eğmemiş olduklarını hangi fiillerinden çıkarmamız gerektiğini bilmiyorum ama dert değil, beyanlarına inanabilirim. Erdoğanlara, Trumplara boyun eğmiş değiller, kabul ettim.
İyi de…
Athena’ya, Poseidon’a veya Hades’e boyun eğmemiş olmaları, boyun eğmedikleri manasına gelmiyor. Zeus’a boyun eğmişler. Müslüman değilseler mesela, Müslüman olmamaları dinsiz oldukları manasına gelmiyor, bilimi —veya başka bir şeyi, hatta mesela dinsizliği— din etmişler.
Müslümanlığı boyun eğmemek olarak tarif etmek ve yaşamak kabildi/kabil. Müslümanlığı boyun eğdirmek olarak tarif etmek de kabildi ve uzun süre, geniş coğrafyalarda öyle tarif edildi. Bundan otuz yıl önce mesela, bu topraklarda yaşayan tarikat şeyhleri, İslam adına söz alanlar, en azından bazıları, boyun eğmemeyi telkin ediyorlardı. Şimdi, gördüğünüz gibi, boyun eğdirmenin, eğilmeyen boynu vurmanın şehvetine teslim oldular. İslam oydu, bu oldu. Solculuk ise, ben bildim bileli, bir boyun eğme/eğdirme pratiği. Başka türlüsü mümkün mü, bilmiyorum. Hiç şahit olmadım. Kendisi kendisini büyük bir ordunun sıradan bir neferi olarak görmeyen bir tek solcu tanımadım.
Düzen, boyun eğmeyenlerin birbirleri ile oynadıkları oyunun adıdır, bir büyük projeye herkesin boyun eğdirilmesiyle sağlanacak şeyin değil.