Britanya’nın Halleri

Avrupa hakkında beni uzun süre idare edecek kanaatlerim daha yetmişlerin sonunda netleşmişti. Gidip gördüğüm yoktu ama “dünyanın merkezi batıya doğru seyahat etme itiyadında” filan gibi sloganların cilt kapağının içinde muhtelif aktüel malumat bir araya getirildiğinde, Avrupa’yı ciddiye almamak, Avrupa hakkında mesai harcamamak için kâfi sebep hâsıl oluyordu. O muhtelif aktüel malumat hususunda da hiç kıtlık yoktu: Nüfusun yaşlanması, iktisadi olarak kıymetli olan yeni sektörlerde rekabet gücü zayıflığı, bürokrasinin hantallığı, sinema başta olmak üzere hemen her kültürel/sanatsal alanda üretim gerilemesi… Sayın sayabildiğiniz kadar.

Sonra, doksanların başından itibaren muhtelif Avrupa şehirlerine kısa süreli seyahatlerim de oldu. Gözlemlerim genellikle kanaatimi perçinledi. Avrupa’ya gözlerim kapalı, huzur içinde, on beş yıl öncesine kadar geldim.

Bu süreçte ABD’ye bir hayranlık beslediğim, dünyanın istikbalinin ABD’de inşa ediliyor olduğunu düşündüğüm manası çıkmasın. Avrupa’ya gözlerimi kapamama dayanak olarak istihdam ettiğim “dünyanın merkezi batıya doğru seyahat etme itiyadında” sloganı yüzünden Japonya ve/veya Çin’e yönelmiş filan da değildim. Avrupa ölmüştü, dünyanın yeni bir lokomotife ihtiyacı vardı, nokta.

Bir süredir, Avrupa’nın salasını okumak konusunda acele ettiğimden şüphe ediyordum. Şu Brexit meselesi yüzünden tereddütlerim ortadan kalktı. Artık eminim, Avrupa’nın ölümü hakkında çok acele etmişim.

Brexit meselesi, muhtemelen biliyorsunuz, kördüğüme döndü. Türkiye’de Brexit hakkında yazan az sayıda kişi, Britanyalıların işi ellerine yüzlerine bulaştırmasından adeta alayla söz ediyorlar. Ama bu alaycılık, sadece, hedefe kestirmeden, dosdoğru ulaşmak gerektiğine, marifetin varacağı limanı bilmekte ve o limana ulaşacak tekneyi de doğru seçmekte olduğuna iman etmiş Aydınlanmacılarımıza has bir şey değil. Zaten çoğunun Brexit meselesinde ne olup bitiyor olduğunu yerinde izledikleri de yok, Britanyalı kaynakları —genellikle kaynak göstermeden— alıntılıyorlar. Yani halleriyle alay edenler, esasında, Britanyalıların kendileri.

(Britanyalıların çok sayıda alay edilecek vasfı var. Akşam’da yazarken, Londra Olimpiyatlarının logosundan hosteslerin kıyafetlerine kadar hemen her yerde görünen zevksizlikleri hakkında bir yazı yazdıydım mesela. Britanyalıların beceriksiz oldukları daha bir yığın husus kolaylıkla bulunabilir. Ama kendileriyle alay etme konusunda kimsenin Britanyalıların eline su dökemeyeceği kanaatindeyim. Bu Brexit mevzuunu da ıskalamadılar.)

Ben meseleyi, “yahu şurada şunu yapıverseniz mesele çözülecek, neden yapamıyorsunuz” telaşıyla izliyorum hanidir. Yapmıyorlar. İş biraz daha içinden çıkılmaz hale geliyor ve ben yeni gelinen noktada yeni bir çıkış, bir kestirme keşfediyorum. “Bu defa bunu bulurlar” diye geçiyor içimden ama Britanyalılar o çıkışı da pas geçiyorlar, iş daha da içinden çıkılmaz hale geliyor. Normal şartlarda, “ahmak bunlar” demem, genelde Avrupalılar ve özelde de Britanyalılar hakkında eski kanaatlerime dönmem gerekiyor gibi görünüyor. Ama öyle de olmuyor, öyle hissetmiyorum. Aksine, saygım artıyor.

“Bunları yazayım” diyordum, notlarımı da almıştım. “Neden öyle oluyor, neden beceriksizlikleri kendilerine saygımı artırıyor” diye düşündükçe vardığım neticeleri paylaşmayı düşünüyordum. Ama sıra gelmiyordu. Bugün Işık, bir arkadaşının yorumunu paylaşmış: “Adamların problemi ‘rule of law’ kavramını çok ciddiye almaları”. Bu tespitin üzerine yazmaya karar verdim.

Eh, evet hukukun üstünlüğünü çok ciddiye aldıkları kesin. “Hukukun üstünlüğünü ciddiye almamız yüzünden iş çığırından çıkıyor, âleme rezil oluyoruz, şuradan bir kestirme bulalım bu işi bir çözüme ulaştıralım” demiyorlar. Alay mevzuu olacak hale düşüyorlar, ama kestirme aramıyorlar.

Bir ara Corbyn’e fena halde içerlemiştim mesela, yeni bir referandum için şartlar olgunlaşmış olduğu halde bu seçeneği zorlamadı diye. Kestirme orada görünüp duruyordu. Herif görmüyor olamazdı. Korkağın biri olmalıydı o halde. Eh, meselenin görmezlik ve/veya cesaretsizlik olmadığını idrak etmem birkaç günümü aldı. Esasında Corbyn’de ve/veya Britanya’da mesele yoktu. Mesele bendeydi. İçinde yetiştiğim ve yaşadığım şartlar, Aydınlanmacılara ve Aydınlanmacılığa ne kadar yükleniyor olsam da, meseleleri kestirmeci bir biçimde görmeme sebep oluyordu.

Britanyalılar hukuk düzeni kavramını çok ciddiye alıyor olabilirler. Halleri böyle tarif edilebilir yani. Ama bence daha geniş bir perspektife ihtiyaç var. Britanyalılar kestirme aramıyorlar. Meseleleri problem çözmek değil. Öncelikleri problemi çözmek değil. Öncelikleri, kendi kendilerini soktukları labirentten çıkmak değil. “Labirentten çıkalım da nasıl olursa olsun” mantığıyla, tosladıkları duvarı yıkmaya kalkmıyorlar. “Bu duvarı da biz diktik, duvar bizim duvarımız, yıkarız ne var” demiyorlar. Labirentte dolaşıp duruyorlar. Bu, hukuk düzenini çok ciddiye alma tarafı işin.

Ama esas mühim yanı, neticeleri. Böyle yapmakla ne olmuş oluyor?

Öğreniyorlar.

Avrupa konusundaki kanaatlerimin çok da gerçekçi olmadığını idrak etmeme yol açan da aynı histi. Avrupalılar öğreniyorlar. Amerikalılar yapıyorlar, Çinliler taklit ediyorlar ama Avrupalılar öğreniyorlar. Şu Brexit mevzuu zuhur ettiği andan itibaren Britanyalılar yığınla şey öğrendiler. Öğrendiklerine, Britanya medyasının bu süre boyunca yazıp çizdikleri delil. Meselenin kavramlaştırılmasında müracaat edilen argümanlar, siyasi pozisyonlar, endişeler, ümitler… Her şey kısa süre içinde olağanüstü değişti.

AB’den çıkmışsın, çıkmamışsın ne yazar? Bu süreçte Britanya’nın ve Britanyalıların kazandıklarının, öğrendiklerinin yanında netice şöyle olmuş veya böyle olmuş, çok ehemmiyetsiz kalıyor. Esasen hissettiklerim böyleydi. Bisiklete binmeyi öğrenmeye çalışan bir çocuğun sarsaklığı, acemiliği, gülünçlüğü var Britanyalıların yapıp ettiklerinde. Uzaktan bakınca tastamam öyle görünüyor. Düşüyorlar, gülünç oluyorlar. Kalkıyorlar, kendi hallerine gülüyorlar, onlara güldüğünüze utanıyorsunuz. Yeniden deniyorlar, yine düşüyorlar.

Ama neticede bisiklete binmeyi öğrenecekler. Öğrenmiş olacaklar. Biz “ulan bu herifler Brexit sürecinde ne kadar gülünç hallere düşmüşlerdi” diye hatırlayıp gülüp duracağız, onlar —bir asrın lideri çıkaramamış olduklarından— bisikletleriyle yanımızdan geçip gidecekler. Eğer AB’de kalırlarsa da bir kıymeti olacak kalmalarının, çıkarlarsa da çıkmalarının kıymeti olacak.