Politikanın Geleceği, Geleceğin Politikası

Dinçer Demirkent geçen gün Gazete Duvar’da “Yazıda açıklamaya çalışacağım iddiayı başta söyleyeyim” diyerek söylemiş: “Yüz yıl dönümünde Türkiye’nin kurucu çelişkilerine ilişkin bir tartışmayı başlatmak ve bunu ülkenin geleceğine ilişkin kurucu bir perspektif ile yapmak, mevcut siyasal ve anayasal boşluk üzerinde gerçek bir siyasal hat oluşturmanın koşuludur. Bugünün siyasetsiz, tartışmasız, Erdoğan’ın belirlediği gündemler içinde salınan, özneleşemeyen apolitik hattını aşmak için ideolojik-politik bir tartışma elzemdir.”

Yazı “Sanırım tarihini 1919’a, kongreler döneminin kritik bir eşiğine kadar götüren Cumhuriyet Halk Partisi, bu yüz yıl dönümünü düşünüyor ve tartışmanın hazırlıklarını yapıyordur” diye bitiyor. Demirkent’e imrendim, böyle bir zanna sahip olduğu için. Benim bilmediğim malumata sahip olabilir —öyleyse keşke paylaşsaydı da ben de benzer bir zan inşa edebilseydim.

Veya… İroni yapıyordur.

Yoksa… Benim bildiğim kadarıyla CHP’de 1 Nisan’a yönelik ciddi hazırlıklar içinde olan birkaç grup var ama ideolojik-politik bir tartışmanın emaresi yok. Olmasının şartları da yok, gördüğüm kadarıyla. Çünkü —birçok başka şeyin yanı sıra— kimse “kurucu bir zeminde” olduğumuzun farkında değil. Kurucu zemin dediğinizde, “31 Mart’ta nasılsa hezimete uğrayacağız, 1 Nisan hesaplaşma günü olacak, Kılıçdaroğlu gidecek, onun yerine ben geleyim” hesabı yapanların hemen hepsi, yüz yıl önceki zeminden söz ettiğinizi düşünüyor.

Dolayısıyla benim teklifim, CHP sanki yokmuş gibi yapmak. Çünkü yok. Daha doğrusu, Demirkent’in sözünü ettiği nebatatın yetiştiği bahçe ile içinde CHP’nin balık gibi yaşadığı deniz arasında bir geçirgenlik yok. Türkiye’nin ve dünyanın mevcut hallerini okuma derdi olmayan bir heyetin arpalığı haline gelmiş bir kurumdan söz ediyoruz. Türkiye’nin olağanüstü haller içinde olduğunu idrak eden bir siyasi parti Salıdan Salıya “olabilir mi böyle şey” demekle kifayet edebilir mi? “Ama parti enerjisini kaybetmiş” desek, belediye başkan adaylarının belirlenmesi sürecindeki enerjiyi nasıl açıklayacağız? Üç gündür genel merkez, geçtik belediye başkanlıklarını, belediye meclis üyeliği sıraları için cansiperane savaşan savaşçıların savaş alanı. Bu enerjinin küçük bir bölümü ülke politikasına kanalize edilebilseydi, memleket bugün bu halde olmazdı.

CHP’yi, CHP’de karar noktalarında yer alan şahısları suçluyor olduğum düşünülmesin. Mesele öyle, o isimleri değiştirip yerine şunları yerleştirerek çözülebilir bir mesele değil. Ve zaten mesele CHP ile sınırlı da değil. On yedi yıldır girdiği bütün seçimleri kazanan AKP de hiç farklı değil. Alışkanlıktan kendilerine parti demeyi sürdürdüğümüz kurumların hiçbirinde ideolojik-politik bir tartışma başlatmanın imkânı yok.

Ama Demirkent’in sarahatle ortaya koyduğu gibi, ideolojik-politik bir tartışma… Elzem. Yani olmazsa olmaz. Bence Demirkent’in daha önceki yazılarından anladığım kadarıyla onun teklif ettiği yere taşınmalı tartışma. Yani topluma. Toplumun kendisi, mevcut siyasi parti görünümlü şeylerin aracılığı olmadan, kurucu bir özne olarak düşünülmeli ve örgütlenmeli.

***

Buraya kadar Demirkent ile mutabıkız zannediyorum. Esasında “onu takip ediyorum” demek daha doğru bile olabilir. Ancak buradan sonra yollarımız ayrılıyor gibi bir hissim var. Çünkü…

Demirkent’in ideolojik-politik olarak gördüğü alanın sınırlarının, benim gezinmek istediğim coğrafyaya kıyasla çok dar olduğunu zannediyorum. Mesele sadece okumanızı istediğim için bağlantı verdiğim bu son yazıdaki ülke, nüfus ve egemenlik vurgularının bana fazla dar gelen bir alan tarif etmesinden kaynaklanmıyor. Demirkent’in yazılarındaki genel hava, bana, bizi —insanlık olarak hepimizi— bu kapana sıkıştıran kavram setinin birçok netameli unsurunun Demirkent tarafından sorgulanması gereksiz mührüyle arşivlenmiş olduğu hissini geçiriyor. Bense, evet, dünden müdevver bir şeyleri yarına taşımak gerekebileceğini düşünsem de, onların neler olduğunu, politik-ideolojik bir tartışmada zalımca hırpalamadan kararlaştıramayacağımız kanaatindeyim.

Doğurmak zorunda olan sadece biz değiliz. Dünyanın her yerinde sancı var. Esasında, bu terimlerle ifade edildiğinde, “yeni bir şey doğdu, şimdi onu, kendi fıtratına uygun bir biçimde büyütmek gerekiyor” demek bile mümkün belki de. Yeni birçok şey doğdu, bizim çocuğumuzu da mahallede akranlarıyla başı derde girmeyecek biçimde, akranlarının arasında saygıdeğer biri olacak şekilde büyütmek…

Yeni bir şey doğdu. Başka bir sosyolojisi, başka bir iktisadı, başka bir cinselliği, başka bir teknolojisi olan, neredeyse her şeyi başka olan bir şey doğdu. Partiymişler gibi davrandığımız şeylerin faaliyetlerini politikaymış gibi kabul ettiğimiz ve ciddiye aldığımız için ıskaladığımız şeylerin başında, henüz bir formu, örgütlenmesi olmasa da, o doğan şeyin, politik aksları, istikametleri, fihristi gibi bir yığın faktör açısından da başka olduğu bilgisi geliyor. Dünya olağanüstü değişti ve politik üstyapılar, başka türlü işsiz kalacak bir takım insanların istihdam edildiği arpalıklar haline evrildi. Sadece ve en çok Türkiye’de de değil. Avrupa’da seçimler, çok uzun süre boyunca, seçmen nüfusun yarısından azının arz-ı endam ettiği, kimsenin hayatını değiştirme kabiliyeti olmayan gösteriler olarak yaşandı.

Politika koltuğunda oturan şey ile hayat arasında, uzun süredir muazzam bir hava yastığı, bir amortisör var. O hava yastığını idareli kullanan, ölçülü kullanan, böylelikle kendi mevcudiyetlerinin sorgulanması ihtimalini düşüren öznelerin yerini, şimdi, hayatımızı o koltuktan belirlemeye teşebbüs eden budalalar aldı/alıyor. Baktığımızda bizi rahatsız eden görüntüler, bu zorlamadan çıkıyor. Kısa süre öncesine kadar politikacılar politikayı, Trump, Erdoğan ve sairenin ciddiye aldığı gibi ciddiye almıyorlardı, kamuoyundaki hisselerine razı idiler, kendi kendilerine oynuyorlardı. Şimdikiler politikayı ciddiye alıyorlar, olması gerektiğini zannettikleri gibi yapmaya kalkıyorlar.

Hayat politik bir şey. Politika bir hava yastığıyla kendisinden uzaklaştığında, hayat, kendi tabii politikasını üretmişti. Sanayi devrinin sonunu getiren kriz, kavramsal kriz, sözünü ettiğim doğal politikanın boyunu aştı. Krizden kaynaklanan sıkıntılar, yukarıdan aşağı müdahale talebini kışkırttı. Sahip olduğumuz alanı müdafaa etmek yerine, hanidir politikacılık oynayan ama esasında politikayla alakası kalmamış sistemi biz davet ettik. Sahnedeki aktörler —alışkanlıkları icabı— fazla naif kaldılar. “Bırakın ben düzeltirim” diyen nevzuhur düzelticilere böylelikle gün doğdu.

Bence politika sayesinde medar-ı maişet motorunu döndürenlere hiç ilişmeseydik, ücretlerini ödemeyi sürdürüp belirli periyotlarla kendi aralarında ayarladıkları maçlara göz ucuyla bakmakla yetinseydik, kriz yine var olacaktı ama hiç değilse kendilerini oyuncu zanneden zavallıların üçüncü sınıf gösterilerine mahkûm kalmayacaktık.

Bence, buradan sonra da, siyasi parti görünümlü mevcut örgütlenmelerden çok şey beklememek gerekir. Muazzam ölçekte bir sıkıntımız var. Yaratıcı çözümler gerektiriyor. Yepyeni örgütlenme biçimleri gerektiriyor. Aşağıdan yukarı çözümler gerektiriyor. Hayatın kendisinden neşvünema bulan bir politikaya ihtiyaç var.

Bu noktada, belki de politika dediğimiz şeyi iki ayrı başlık altında sınıflandırmakta fayda var.

Birincisi, yeni bir kavram haritasına ihtiyacımız var. Kavram haritalarının üretilmesi işi belirli vasıflara sahip elitin işi olsa da, onun topluma enjeksiyonu, özü itibariyle politiktir ve politikanın işidir. “Zaten bir tabii politika vardı” derken kastettiğim şey, işbu vazifeyi el yordamıyla yapan bütün sosyal mekanizmaların tamamı idi. Kavram haritamız, az veya çok, toplumun ve hayatın karmaşıklaşmasına uygun bir değişim geçiriyordu. Daha da hızlı bir uyumlaşmanın önündeki esas barikat da, ne pahasına olursa olsun muhafaza etmeye çalıştığımız kurumlarımız, üniversiteler, Merkez Bankaları, anaakım medya ve saire idi. Onların şartlanmışlıkları idi…

İkinci olarak, politika dediğimizde genellikle aklımıza gelen faaliyet var: Toplum adına kararların üretilmesi. Esasen devlet denen aygıtın faaliyeti olan ve sanayi toplumunun kavram haritasına uygun bir biçimde, el yordamıyla temsili demokrasiyle eşleştirilen, sonra yine sanayi toplumunun kavram haritasına uygun bir biçimde, özerk kurumlar marifetiyle büyük bölümü toplumun denetiminden bağışıklaştırılan faaliyetler toplamından söz ediyorum. Sözünü ettiğim alan, çok uzun süredir, olağanüstü verimsiz bir işleyişe sahipti. Diğer alanlarda gerçekleşen müthiş verim artışı sayesinde, toplumsal karar mekanizmalarının verimsizliğinin yol açtığı sıkıntılar görmezden gelinebiliyordu. Politikanın tabii politika marifetiyle hayatın diğer alanlarına nüfuz etmesi de, yukarda imal edilen kararlara hassasiyeti düşürmüştü.

Şimdi, zannediyorum, uzun süredir içinde yaşadığımız kavramsal krizin derinleşmesi, toplumları yukarıya bakmaya, oradan bir şeyler beklemeye itti. Ancak —tekrar pahasına söyleyeyim— mevcut politik sistemi rehabilite ederek üretebileceğimiz çözümler yok. Toplumun kendisini ve hayatı referans alan, aşağıdan yukarı biçimlenen, aşağıda olanın geliştirilmesiyle üretilen bir strüktür derman olabilir derdimize.

Politik•a•politik sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya devam et