Sebep

Nişanyan sebep kavramının zaman içindeki değişiminin peşine düşmüş. Bence ufuk açıcı.

Bildiğim şeyler değil ama hissettiklerime uymuş gibi geldi Nişanyan’ın dedikleri. Sabah erkenden kalkıp, teşkilatlanıp ormana gidip geyiği vurmazsan açsın. Ama eğer ormanda geyikler olmasaydı, doğurup durmasalardı, istediğin kadar hazırlan, teçhizat kuşan, nafile. Karnını doyurabilmenin sebebi sen değilsin, senin hazırlıkların değil yani. Eğer Gediz’den kanal açıp toprağını sulamazsan ektiklerin kavrulacak, aç kalacaksın. Ama eğer Gediz olmasa nereden kanal açacaksın? Eğer toprağa gömecek soğan olmasa, neyi sulayacaksın da karnını doyuracaksın?

Evet, sabah kalkıp av için hazırlanmasan, kanal açmasan, olan şeyler olmayacak. Ama esas vurgu senin yapıp ettiklerinde değil, tabiatta. Senin yapıp ettiğin hemen her şey, zaten sen olmadan da olup bitenin, sen olmasan da olup bitecek olanın istikametini, hafifçe senin muradına doğru döndürmekten ibaret. Yapıp ettiklerin, olmuş olanın olduğu gibi olmasının sebepleri değil, basit birer vesilesi.

Avcı toplayıcıların, tarım toplumunda dünyaya müdahale edenlerin dünyayı kavrayışı böyleyse… Anlaşılmaz bir şey yok.

Sonra şöyle olmuş gibi geliyor bana…

Faust’un çocukları, “ulan başlarım senin keyfine, yağmurlar yağmasa da suyun akmasını garanti altına almanın bir yolunu bulurum ben” dediler. Bu dünyayı kendileri için düzenlemenin, olup bitenin sebebi olmanın yolunu, yordamını aramaya başladılar. Bu yol yordam arayışını en soylu insan fiili olarak gördüler.

Buraya kadar bir meselem yok. Ama hemen hemen aynı güruh, bir yandan da, “zavallı insanoğlu, kendisini âlemin merkezinde zannediyor, önce Copernicus, sonra Darwin ve nihayet Genom projesi, insanın ne kadar zavallı ve önemsiz olduğunu bunların suratlarına çarptı, çarpıp duruyor ama hâlâ akıllanmıyorlar” filan diye ortamlarda ahkâm kesiyorlar. İşte orada sigortalarım atıyor.

Kadim gelenek ve onun türevi olan dinler insanı, mahlûkatın kalanından ayırıp özel bir statüyle donatıyor, evet. Ama işte, herhangi bir şeyin sebebi olmaya muktedir bir unsur olarak görmüyor. Olsa olsa vesile… “Sen bir vesile olmaktan daha fazlasını yapabilirsin” iddiasıyla ortaya çıkmış bir damarın takipçileri, “hişt böbürlenme, bir hiçsin” deyip duruyor.

***

Bir de kendilerini Müslüman olarak gören, “Batının tekniğini alalım, fikriyatı kalsın” diyen ve bunu becerebildiğini zannedip Müslümanlık kendilerine sorulsun isteyenler var. Batının tekniğini filan alabilmiş değiller ama fikriyatını son damlasına kadar hazmettiler —eğer Batının fikriyatı olarak Faustluğu, dünyada olup bitenin sebebi olma talebini kabul edersek.

Bu zevat, insanlık tarihinin görüp görebileceği en zehirli bileşim.

Neden?

Batının fikriyatı dediğim şey, yukarıda özetle tarif ettiğim şekliyle, insan olmasa da sürüp gidecek bir düzenin mevcudiyetini kabul etmeyi gerektiriyor. Ancak bu düzeni var eden iradeye isyan ederek o düzeni değiştirme, düzeni kendi menfaati doğrultusunda yeniden biçimlendirme iddiasına da sahip. Bir oyun (game) bu. İnsan, bu oyunda bir taraf. İtişe kakışa, şeylerin kendi gönlüne uygun biçimde gerçekleşmesi için uğraşıyor. Artık basit ve zayıf bir vesileden fazlası ama tanrı da değil.

Hâlbuki memleketimde İslam kendisinden sorulsun isteyen zavallılar, oyunun taraflarından biri değiller, oyunun hakemi onlar. Meşruiyetlerini doğrudan doğruya inandıkları söyledikleri Allah’tan alıyorlar. O Allah’ın kendilerini, dünyayı kendi gönüllerine göre düzenleme yetkisiyle donattıklarını varsayıyor gibiler. Allah kendisi, her nedense, dünyayı düzgün bir biçimde var etmeyi becerememiş, onu düzgün bir biçimde var edecek bu mahlûkatı halk etmiş gibi…

Yani?

Bir yandan Gediz akıyor ama öte yandan… Doğru yerden akmıyor.

Faust Gediz’in yatağının doğru olup olmadığı hususunda bir yargı sahibi değildi, kendisine, kendi muradına uygun olup olmadığıyla ilgili dertleri vardı. Gediz’in akış rejimini kontrol edip kendi faydasını maksimize etme telaşındaydı. Memleketimin İslamcıları ise Faust’un zihnini alıp Allah’larına monte ettiler.

Ortada oyun kalmadı.

***

Erdoğan ve taifesi, sebep, düzen ve saire gibi kavramların 20. Yüzyılda kuşandığı içeriklerle kutsal metinleri okuyan insanlar. Kutsal metinlerdeki sebep, düzen filan gibi kelimelerin kendi bağlamlarından bihaber budalalar…

İddiam o ki, modernleştirilmenin arazları bunlar. Modernleşmiş olanlar, öyle veya böyle, bu anlam kaymalarının içinde biçimlendiler. Esasen o anlam kaymalarını yaratanlar oldukları için, bizim düştüğümüz hallere düşmediler. Modernleştirilmiş olanlar ise, başkalarının ürettiklerini aldıklarından, onları kendilerine göre yeniden biçimlendirmiş olmadıklarından…

İşte görüyorsunuz.

Esasen Erdoğan ve taifesinin sakillikleri sadece onlarla sınırlı değil. 27 Mayıs’ın generallerinin farkları yoktu. Daha önce Nevzat Tandoğanlar, Recep Pekerler filan da böyleydiler. Daha sonra 28 Şubatçılar da… Bir oyun oynama kabiliyeti olmayan, kendilerini her nasılsa hakem olarak görme imkânına erişmiş sayısız ODTÜ mezununun da farkları yok —aralarındaki yazışmalara bakmak kâfi.

Ama yine de Erdoğan ve taifesi, insanlık tarihinin mümkün en zehirli bileşimi. Çünkü kendilerini —Allah’ın düzenini Allah’a rağmen kendileri için iyileştirmeye kalkan Faustlardan farklı olarak— Allah tarafından Allah’ın düzenini yeryüzünde tesis etmekle görevlendirilmiş Faustlar olarak görüyorlar.

Bu söylediğim, daha çok, Erdoğan’ın taifesi için böyle. Yoksa… Erdoğan çoktan idrak etmiştir gençken kurduğu hayallerin beş paralık bir kıymeti olmadığını… Öyle “Allah’ın ne istediğini biliyoruz ya, onu gerçekleştirmeye kalktığımızda Allah da yanımızda duracak, hoop, tutup bizi en tepeye koyuverecek” filan gibi kurguların manasızlığını çoktan öğrenmiştir. Ama onun öğrendiğini maazallah ahali de fark ediverirse…

Yandı gülüm keten helva.

Politik•a•politik sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya devam et