Richard Wrangham —doğru anlıyorsam— diyor ki, insanın planlanmış, projelendirilmiş, proaktif agresyonu, rasgele, duygusal, reaktif agresyonunun evrim sürecinde geriletilmesinin neticesidir. Gündelik terimlerle söyleyecek olursak, herhangi bir güçlü erkeğin gelip eşinize, yiyeceğinize keyfi olarak el koyabilmesini imkânsızlaştırma süreci, Hitlerlerin, Stalinlerin ortaya çıkmasına yol açtı. “Ne alaka” demeyin. Wrangham’ın gözlemlerine göre, memeliler arasında proaktif agresyon liginde insan açık
Baydığının farkındayım ama meselenin mühim olduğunu düşünüyorum. Mühim. En azından iki sebeple. Birincisi, dünya hakkında, olup biten şeyler hakkında bir hüküm verme, verilerden bilgi üretme pratiğiyle ilgili bir halden söz ediyorum. Bir akıl yürütme tarzından, bir kavrayıştan, bir kavram haritasından, bir… Artık adına ne derseniz. Bir tür bilgi fabrikası yani… Şuradan verileri —sözleri, görselleri vs—
Tayfun Atay, Maltepe Kitap Fuarında yaşadıklarından neticeler çıkarmış. Çıkardığı neticeleri siz okuyun derim ama ben, affınıza sığınarak, özetleyeceğim. Dünyada sözlü kültür varmış. Bazı toplumlar yazılı kültüre geçmişler. Biz ise yazılı kültür safhasını atlayarak, doğrudan görsel kültür safhasına zıplamışız. Abdülhamid hakkındaki manasız ve gerçek dışı bilgilerin yaygınlığı da dâhil bugün bizi ırgalayan ne varsa, o yazılı
American Factory, Netflix tarafından dağıtılan bir belgesel. Filmi konuşulur kılan, konusu dışında da çok husus var —Obamaların yapım şirketinin ilk ürünü olması, Oscar adaylığı filan gibi. Eh, filmin konusu hakkında da söylenecek çok şey olduğu anlaşılıyor, güzel misallerden biri şurada, öteki burada (her ikisi de İngilizce). Filmin konusu? 2008’de Dayton’daki GM fabrikası kapanır. Otomobil camı
Dünden devam edeyim. Ama önce… Daha önce defalarca ve muhtelif vesilelerle ifade ettim ama pozisyonumu bir de şöyle sabitlemekte fayda var: Şu meşum kapitalizm şeytanı doğru dürüst tarif edilirse, taşlamaya herkesten önce koşacağıma söz veriyorum. Ve fakat… İnsanların yanmaz kefen, pusulalı seccade, Atatürk kitapları, yaşam koçlukları filan gibi şeyler için para ödemelerine mani olunacaksa ve/veya
Tayfun Atay, Marks’ın desteğini de arkasına alarak, insanın birincil doğası ile ikincil doğasının arasındaki gerilimden söz ediyor. Marks’ın desteği şart, aksi halde içinde debelendiğimiz kavram kargaşası akla tuhaf sorular düşürebilir. Benim aklıma düşüyor mesela, Marks’ı yanılmaz bir yol gösterici olarak göremediğimden olabilir. Bu arada Ümit Kıvanç’ın bitmeyen, sanki bitmeyecekmiş gibi görünen tefrikasını da hatırlatmam gerekiyor
Evet, vazife beni çağırıyor, Pazar mazar deme şansım yok. Tayfun Atay insan türünün şerefsizliğini deşifre etmiş, mensup olduğum türü müdafaa etmesem olmaz. Tabiata yaptığımız türlü eziyet sıralandıktan sonra öğreniyoruz ki “İnsandan daha değerli varlık yok dedikçe bu tür doğa-düşmanı tutumlar, hoyratlıklar, acımasızlıklar, gaddarlıklar, kıyımlar artmaktan öteye gitmez”miş. Ve dolayısıyla “homosantrizmden sıyrılmak ve bir ‘hayvanî tevazu’