Komşuyu Seçmek

Daha ilk gençliğimde, şu birey olma hikâyesine kafam basmamıştı. O vakitler birey olmak matah bir şeydi. Şimdilerde işbirliğine yatkın olmak daha matah görünüyor galiba. Genellikle bireycilik ile işbirlikçilik (cooperation) de ayrık setler olarak ele alınıyor. Bence meseleleri tarif etmekten uzak kavramlar bunlar.
Şehirliler deyip durduklarım mesela, daha mı birey? Veya işbirliğine daha mı yatkın? Kasabalılar?
Netice itibariyle hepimiz işbirliğine yatkınız. Birbirimizin yatkınlık seviyeleri arasında farklar olabilir ama mesela yüz yıl önceki büyük dedelerimizden daha yatkınız. Mesele işbirliğine yatkınlık seviyesinde değil, karakterinde…
Mesele her birimizin vasıflarında değil, nasıl örgütlendiğimizde…
Christakis, Blueprint’te (anladığım kadarıyla tasarımın harikulade olduğunu iddia ettiği kitapta yani), banal ama iş görecek bir metafor olarak karbon atomlarına müracaat etmiş. Karbon atomları öyle örgütlenebilirler ki, yumuşak, siyah ve mat grafit meydana gelir —kurşun kalemlerden bildiğiniz madde. Başka şekilde örgütlenebilirler ve sert ve ışıklı elmas meydana gelir. (Grafitin ve elmasın kıymetlerinden söz etmiyorum, o sosyal mutabakatın neticesi. Aralarındaki özellik farklarından söz ediyorum.)
Mevzumuza ışık düşürebilecek bir örgütlenme farkı, Christakis’in kendi laboratuvarının yaptığı bir deneyden çıkarılabilir. Çok sayıda gerçek insan çeşitli gruplara ayrılıyor. Gruptaki herkesin, başlangıçta, komşuları tespit edilip bildiriliyor. Sonra herkese bir miktar ödeme yapılıyor. Eğer size yapılan ödemeden komşularınıza bir miktar verirseniz, sizin verdiğiniz kadarı ekstra olarak deneyciler tarafından da komşunuza ödeniyor. Sonra ikinci raunda geçiliyor ve komşuluk ilişkileri sabit kalmak kaydıyla, oyun tekrarlanıyor, size ödeneni komşularınızla paylaşıp paylaşmama kararını yeniden veriyorsunuz. (Oyun Teorisi çerçevesinde ikişer ikişer yapılan deney, yani, büyük bir grup için gerçekleştiriliyor.) Çok sayıda raundun sonunda görülüyor ki, kendisine yapılan ödemeleri komşularıyla paylaşmama hali yaygınlaşıyor ve pekişiyor.
Aynı deneyin bir başka versiyonunda ise, deneklere, her raundun başında, komşularını değiştirme şansı da veriliyor. Diğer her şey aynı. Yani her raundun başında gelirinizi paylaşıp paylaşmamayı, sonunda da komşularınızı değiştirip değiştirmemeyi seçmeniz gerekiyor. Ve… Bambaşka bir topografya çıkıyor ortaya. Bu defa daha çok sayıda paylaşımcı, çok daha yoğun ilişkilere sahip oluyor.
Geçen gün erkekler yurdu metaforuyla açıklamaya çalıştığım şeyin bir yanı, insanın ilişkilerini özgürce seçme şansının son derece sınırlı olması. Kasabayı kasaba yapan bu. Yoksa kasabalılar işbirliği yapmıyor değiller. Aksine, eğer kasaba dışında bir şeyleri —mesela öteki koğuşu— yağmalama ihtimali varsa, kasabalılar herkesten çok daha gönüllü ve hevesli bir işbirliği yapabiliyorlar. Erkekler yurdundaki her bir koğuşun neredeyse bütün unsurlarının yekpare bir bütünlük oluşturması gibi…
İşbirliği yapıyorlar ama paylaşmıyorlar.
Şehrin içinde de çok sayıda kasabalı var mı? Var. Yeri geldiğinde siz de kasabalı gibi davranmıyor musunuz? Davranıyorsunuz. Ne zaman? Eğer komşularınızı, yani kiminle paylaşacağınızı seçme şansınız yoksa ve mevcut komşularınız da —en azından bir bölümü— sizi dolandırıyorsa…
***
Deney gerçekliğe son derece uygun. Eğer işbirliği yaparsanız, deneyde sisteme ekstra kaynak giriyor. Gerçek hayatta da ne ekonomik ilişkiler ve ne de sosyal ilişkiler sıfır toplamlı değil, pozitif toplamlı. Yani işbirliği yapıldığında, toplam zenginlik daha hızlı artıyor. O zenginliğin adil bir biçimde paylaşılıp paylaşılamadığı başka mevzu.
Eğer işbirliği yapmazsanız da sisteme kaynak giriyor ama işbirliği yapıldığı duruma kıyasla daha az —çünkü sizin komşunuza aktardığınız her liraya bir ekstra lira ödeniyor ve işbirliği yapmadığınızda o ekstra lira sisteme girmiyor. Gerçek hayat da böyle. Esasında, hep söyleye geldiğim gibi, dünya cömert ve her birimiz ürettiğimizden çok daha çoğunu tüketme kabiliyetine sahibiz. Yani bir yerlerden bize kaynak aktarılıp durduğunu söyleyebiliriz. Ama işbirliği yapmadığımız sürece, o kaynağın verimi daha düşük.
Hal buyken kasabalılar neden kasabalı gibi davranmakta ısrarlılar? Fark etmiyorlar mı, daha hızlı zenginleşme kabiliyetini heba ediyoruz? Bence hissediyorlar. Ama umursamıyorlar. Hatta daha hızlı zenginleşmemeyi talep ediyorlar. Çünkü… Daha hızlı zenginleştikçe, şehirliler ile aralarındaki farkın daha da açılacağını düşünüyorlar. Çok da haksız sayılmazlar, çünkü öyle oldu.
Öyle olması, kasabalıların kasabalı, şehirlilerin şehirli gibi davranması yüzünden oldu. Ama kasabalılar bu farkı, bir takım komplolarla açıklamayı tercih ediyorlar. Zaten şehirliler de farkın nereden kaynaklandığı hususunda doğru dürüst açıklamalar geliştirmediler. Dolayısıyla kasabalılar, kendilerinin geride kalmasına sebep olan şeytani bir planın tekerine çomak soktuklarını düşünüyorlar.
Halimiz böyle. Şeytani planları olan şeytani öznelerin komplolarından söz ederken, bence, dikkatli olmakta fayda var.