Tırışkadan İşler ve Neoliberalizm

Demiştim ki “Kitap üzerine yazmak istediğim her şeyi yazabilsem, herhalde Graeber’inki kadar hacimli bir kitap olur. Muhtemelen sonuna gelmeden hevesim kaçar, yarıda kalır. Burada hiç değilse birkaç yazı yazana kadar hevesimin kaçmayacağını ümit ediyorum.”
Aynı yazıda demiştim ki “Graeber’in muhtelif biçimlerde, muhtelif açılardan analiz ettiği, analizleri için feodaliteden işin geçmişte toplumlar için ne mana taşıdığına kadar birçok kavramlaştırmayı yardıma çağırdığı hikâye, benim mühendis bakış açımdan böyle sade bir hikâye.” Yani verimliliğin insanlık tarihinde benzeri görülmemiş bir vitesle büyümesi ve birçok alanda uygun düzeltmelerin yapıl(a)maması. Yani meselenin kendisi, üzerinde uzun uzun gevezelik edilmeyi hak eden bir şey değil. Ama Graeber’in kitabı öyle değil. Dünyanın ahvali hakkında sayısız tartışma malzemesi barındırıyor içinde.
Dolayısıyla…
Birkaç yazı yazmayı düşünüyorum.
Önce şu meseleyi açıklığa kavuşturmaya çalışalım: Tırışkadan işler ile kapitalizm, neoliberalizm ve piyasa arasındaki ilişki ne?
Graeber bir dipnotta, yazdığı bir yazıya konan Kapitalizm Neden Manasız İşler Yaratıyor başlığının kendisine ait olmadığını, “çünkü soyutlamalara eylemlilik yakıştırmamaya özen gösterdiğini” söylüyor (s. 106). Yani diyor ki, kapitalizm gibi bir soyutlama, olan bitenin öznesi olarak gösterilemez. Ne kadar hoş bir tutum. İyi de söylediği gibi mi davranıyor?
Genel olarak özenli davrandığını söyleyebiliriz ama lisanına hâkim olan aksan, bence, pek de öyle değil. Ama meselemiz Graeber’le sınırlı da değil, bildiğiniz gibi, başımıza gelen her bir musibeti mezkur şeytanlarla açıklamaya pek teşne pek çok kişi yaşıyor aramızda. Dolayısıyla bu mevzuun kapitalizm, neoliberalizm ve piyasa ile ilişkisi üzerine klavye eskitmekte fayda var.
Önce Graber’in bazı tespitlerini paylaşayım.
“Sanki birileri, herkes çalışmayı sürdürsün diye kıçından iş uydurmuş gibi. İşte asıl muamma burada. Kapitalizmde kesinlikle olmayacak şeyin ta kendisi değil mi bu (s. 8)?” Bence öyle. Kapitalizmde olacak iş değil. Ve oldu.
“Aslına bakılırsa bu makale, Thatcher ve Reagan’dan beridir dünyaya egemen olan neoliberal (‘serbest piyasa’) ideolojisinin iddia ettiğinin tam aksi bir sistemin gerçekleştiği ve bunun aslında ekonomi gömleği giymiş siyasi bir tasarıdan başka bir şey olmadığı üzerine, o dönem kafa yorduğum bir dizi fikirden birinin dışavurumuydu (2. 26).” İşbu ekonomi ve siyaset ikilemi hakkında ayrıca yazmayı düşünüyorum. Şimdilik şu soruyu kendimize soralım: Neoliberal ideolojinin iddiasının tam tersi gerçekleşmiş, nasıl olmuş bu? Şöyle soralım: Yani neoliberal ideoloji diye bir şey varmış. İddiası varmış. Bir de dünyada gerçekleşen bir hal varmış —neoliberal iddianın tam aksi. Neden o gerçekleşen şey gerçekleşmiş? Neoliberal ideoloji tatbik ediliyor zannederken biz, esasen bambaşka bir şey mi tatbik edilmiş? Yoksa gerçekleşen şey esasen Thatcher ve Reagan gibilerin —ve onlardan beri dünyaya hâkim olduklarını düşündüğümüz takipçilerinin— gerçekleşmesini arzu ettikleri şeymiş de kendi amaçlarını saklamak için neoliberal ideoloji diye bir perde mi icat etmişler?
Bu yazı bu sorunun etrafında dönecek. Şimdilik Graeber’i takip etmeyi sürdürelim.
“Bu iç pazarlama âdetleri çevresinde, sunum ya da raporlar için grafik ve metin hazırlayanlar, düzeltenler, temize çekenler gibi tırışkadan bir dolu yan iş oluştuğunu gördük. Bütün bunlar bana işletmeci feodalizmin asli unsurlarıymış gibi görünüyor. Bir zamanlar üniversiteler, şirketler, film stüdyoları ve benzerleri, görece basit emir komuta zincirleriyle ve gayrıresmi kayırmacılık ilişkileriyle yönetiliyorken, bugün maddi kaynak tekliflerinden, stratejik vizyon belgelerinden, geliştirme takımı katkı önerilerinden geçilmeyen, çok daha manasız işletme sıradüzenlerinin giderek arttığı bir dünyada yaşıyoruz. Ortalık, kalabalık unvanlara sahip, şirket diline hâkim kadınlardan ve adamlardan geçilmiyor ama ya yönettikleri işle ilgili hiçbir tecrübeleri yok ya da unutmak için bütün güçlerini harcamışlar (s. 274).” Sıradüzen, herhalde hiyerarşi kelimesinin karşılığı olarak kullanılmış. Şunu emniyetle söyleyebiliriz ki, neoliberal ideoloji hâkim olsa, piyasa belirleyici olsa, esasen hiyerarşiler azalır, sistemler basıklaşır. Tekrar aynı soru düşüyor önümüze, bir yığın zırvalık var ve o zırvalıklar artan hiyerarşi biçiminde görünür oluyor. Bu hiyerarşi artışının mesulü neden neoliberal ideoloji ve/veya piyasa oluyor?
“Tırışkadan işler kapitalizmin mantığına aykırı görünüyor olabilir, zaten bu işlerin artmasının sebebi mevcut sistemin kapitalizmle, daha doğrusu en azından Adam Smith’in, Karl Marx’ın, hatta Ludwig von Mises ya da Milton Friedman’ın eserlerinden tanıdığımız kapitalizmle alakasının kalmaması. Bugün karşımızdaki, ekonomik ve siyasi zorunlulukların büyük oranda birleşmesiyle ortaya çıkmış, iç mantığı … kapitalizminkinden bütünüyle farklı bir haraç sistemi (s. 276).” Eh, yıllardır diyegeldiğim noktaya bir defa daha ulaştık, kapitalizm, neoliberalizm filan gibi antika kavramlarla anlaşılamayacak bir çağda yaşıyoruz.
Yukarıdaki birkaç misalde gördüğümüz gibi Graeber “başımıza gelenler kapitalizm, neoliberalizm yüzünden” filan demeyi zorlaştıracak lafları ediyor olduğu halde, genel olarak perde arkasındaki meçhul öznenin kapitalizm olduğunu ima ediyor. Yani o öznenin meçhul olmadığını, kapitalizm olduğunu söyleyip duranların lisanıyla konuşuyor genellikle.
Ve…
“Piyasa her zaman haklı olsaydı, bütün gün bilgisayar oynamak ve WhatsApp’ta eski arkadaşlarla dedikodu yapmak için kırk bin dolar alan birinin, bilgisayar oynayıp dedikodu yaparak şirkete verdiği hizmetin gerçekten de kırk bin dolar ettiğini kabul etmesi gerekirdi (s. 288).”
“Piyasanın her zaman haklı olması” ne demek? Piyasa —eğer yapabiliyorsa— bir dizi kararın verilmesini sağlar, ortaya bir netice çıkar. Haklılık, doğruluk ve saire, o neticenin değerlendirilmesinde işe yarayacak cetveller değil. Ve zaten derdimiz piyasanın her zaman —veya zaman zaman— haklı olup olmaması değil. Meselemiz şu: Piyasa değilse ne? Kararları piyasa vermezse kim verecek? Her yerde bir yığın tırışkadan işin ortaya çıkması piyasa yüzünden mi gerçekleşti?
Şu son sorduğum soruya cevap verirken yardımcı olması ümidiyle…
Obama “seçmenin tercihlerine karşı çıkarak”, bir röportajda demiş ki, “’İdeoloojik hareket etmedim, etmem.’ Obama sağlık hizmetleri meselesiyle ilgili böyle diyor. ‘Tek merkezli sağlık hizmetlerini savunan herkes, ‘sigortaya, evrak işine giden bir dolu para cebimizde kalacak’ diyor. Bir, iki, yok üç milyon işten bahsediyoruz. Blue Cross Blue Shiekd’da, Kaiser’da, başka firmalarda çalışan gerçek insanlar bunlar. Onlar ne olacak? Nereye yerleştireceğiz onları?’ (s 231)”
Obama kim? ABD’nin Demokrat başkanı. Tırışkadan olan, olduğu besbelli olan işleri korumak adına, “seçmenin tercihlerine karşı çıkarak” bir tasarrufta bulunmuş. Neoliberal biri mi? Bilemeyeceğim. Ama işaret etmek istediğim husus başka, “seçmenin tercihi” denen şeyin serpilip geliştiği ortam, benim açımdan, piyasa. Piyasa denen şeyin, özü itibarıyla kararların dağıtıklaştırılmasının mekanizması olduğunu düşünüyorum. Seçmenin tercihi yerine başka bir akıl istihdam ettiğinizde, referans toplum değil de başka bir akıl olduğunda ortaya çıkan bir hal olmasın maruz kaldığımız şartlar!
Esasen Graeber’in bütün kitap boyunca işaret ettiği bir tuhaf özne, bir zümre var. Obama gibi adamlar ve kadınlar, onlara kayıtsız destek veren Hollywood veya NYT züppeleri gibi adamlar ve kadınlar, yaratılan tırışkadan işlerin yüksek ücretli olanları kendi aralarında üleşen adamlar ve kadınlar. Mezkur zümre, bir yandan piyasaya, kapitalizme, neoliberalizme sövüp duruyorlar ve bir yandan da kararları piyasadan kaçırarak, kapitalist bir sistemde asla mazur görülemeyecek kararları vererek, hepimizi manasız bir istihdam sistemine mecbur bırakıyorlar. Bir sonraki yazıda o zümreyi, Graeber’in yardımıyla mercek altına koymaya çalışacağım. Sonraki yazıda da ekonomi ve siyaset arasındaki ilişkiyi ele alacağım. Geriye hâlâ birçok şey kalmış olacak, belki onları da yazarım.
Ama…
Şimdilik —tekrarlayarak— şöyle bağlayayım:
Birincisi, kapitalizm, neoliberalizm filan gibi kavramlar içinde debelendiğimiz hali açıklamakta işe yaramayacak kavramlar. İşe yarayacak olsalar, dükkân sizin. Sizi temin ederim ki herkes kadar şehvetle sövebilirim onlara, çünkü sözü edilen kavramlara ve onların temsil ettiği varsayılan sosyal/iktisadi düzenlere herhangi bir sempatim yok.
İkincisi… Ama piyasa farklı. Piyasa konusunda sayfalarca yazdım, tekrarlamayacağım. Bana katılanlara söyleyebileceğim şundan ibaret: Piyasayı şeytanlaştıran muhataplarına “piyasa değilse ne” diye sormaları. Eveleyip gevelemeyin kardeşim, piyasadan şikâyet edip duranlara söylüyorum, çıkarın dilinizin altındaki baklayı ve söyleyin, kararları piyasa vermeyince kim verecek?