Konut Fiyatları, Politik Tercihler

ABD, Britanya, İtalya ve Fransa’da yapılan araştırmalar —kuzey ülkelerinde yapılanlara paralel olarak— konut fiyatları ile politik tercihler arasında bir korelasyon bulmuşlar. İlk tespit şöyle: Konut fiyatları her şehirde ve şehirlerin her bölgesinde aynı hızla değişmiyor. Mesela İstanbul’da ortalama konut fiyatları iki katına çıkarken, Malatya’da ancak bir buçuk katına çıkıyor gibi… Veya Nişantaşı’nda iki katı artarken Sultanbeyli’de bir buçuk katına çıkıyor, filan. Dolayısıyla, değerli konutlar ile daha düşük değerli konutlar arasındaki değer farkı zamanla büyüyormuş.
Aha işte o, konut fiyatlarının daha hızlı yükseldiği yerlerde, ABD’de Clinton, Britanya’da “AB’de kalalım”, Fransa’da Macron avantajlıymış mesela.
Demek ki mesela Gümüşhane’de konut fiyatlarına doping yapsak, CHP ve/veya HDP oyları patlayacak.
Mı?
Elbette şaka yapmaya çalışıyorum. Ben de biliyorum, fiyat dediğiniz şey, arz-talep meselesi. İstanbul’da Gümüşhane’dekine kıyasla çok daha fazla konut inşa edildiği —arz çok daha hızla arttığı— halde neden İstanbul’daki konut fiyatları Gümüşhane’dekinden daha hızlı yükseliyor? Çünkü talep arzdan da daha hızlı yükseliyor.
Üstelik bütün İstanbul’da değil, İstanbul’un belirli bölgelerinde konut fiyatları daha hızlı yükseliyor. Çünkü insanlar oralarda oturmak istiyorlar. Demek ki neymiş? Geride kalanlar, esasen, ileriye gidenlerin gittikleri yerlere gitmek istiyorlar, ancak bir kısmı gidebiliyor. Özlemler aynı yani, imkânlar faklı.
Bunu bir kenara not edelim.
Kadıköy’deki bir konutun değeri ile Pendik’teki çok benzeri arasında bir değer farkı olması anlaşılır bir şey. Neticede Kadıköy daha merkezde. Neyin merkezinde? Neyin merkezine daha yakın? Pendik sanayi bölgesine daha yakın mesela. Sanayii merkez alırsak, Pendik merkeze Kadıköy’den daha yakın. Ama işte adam, Pendik’e çalışmaya gidecekse bile, Pendik yerine Kadıköy’de yaşamayı tercih ediyor, talep ediyor. Gücü yeterse, her gün onlarca km fazladan yol almayı göze alarak, Kadıköy’e yerleşiyor.
Gücü yeterse… Yerleşebilirse… Sizi temin ederim, ilk seçimde değilse bir sonrakinde CHP’ye oy verecek. Pendik’teki eski komşuları ise, zaten AKP’ye oy verip duranlar ise, onun kendilerini terk etmiş olması yüzünden değil, kendileri onunla birlikte terk edemedikleri için, daha bilenmiş olarak ampulün altına basacaklar mührü. Kendi aralarından birilerinin kendilerini terk edebilmesi, genellikle, “ben de gidebilirim” duygusunu beslemeyecek, geride bırakılmışlık, terk edilmişlik duygusunu besleyecek.
Dünyada olup bitiyor olanın basitleştirilmiş hali, işbu konut fiyatları ile politik tercihler arasındaki ilişkiyle görünür olmuş yani. Mevzu, sizi temin ederim, bu kadar basit. Şehrin belirli yerleri başka yerlerine kıyasla daha prestijli. Prestijli yerler çekim alanı oluşturuyor. Çekim alanı oluşturuyor olması yüzünden herkesi çekiyor ama sadece diğerlerine kıyasla daha çok imkânı olanlar gidebiliyor. Daha düşük prestijli olan yerlerin nispeten imkânlı olanları o bölgeleri terk edince, imkânlar daralıyor. Öte tarafın imkânları ise genişliyor. Fark büyüyor.
Fark büyüyünce öfke büyüyor.
Esasında farkın büyümesi öfkeyi zaruri olarak büyütmez. Aynı farktan yola çıkarak, “size de çıkabilir” duygusu üzerinden, bir ümit de üretilebilir. Üretilemiyor. Sadece Türkiye’de değil, görünen o ki, dünyanın hiçbir yerinde üretilemiyor. Ve mesele, sadece —ve hatta en çok— geride kalmışların öfkelerinden kaynaklanmıyor. Aksine, civciv yumurtadan çıkıyor, kabuğunu beğenmiyor. Öfkeyi esas besleyen, har nasılsa Kadıköy’e kapağı atabilmiş olanlar. Geride bıraktıklarına bir tepeden bakma, onları bir küçümseme hali…
Dikkat isterim, mesela 1960’larda İstanbul’un güzide bölgeleri, bugünkünden daha dardı. Nüfusun çok daha dar bir yüzdesinin tekelindeydi imtiyazlı olma hali. Dünyanın tamamında, hemen bütün büyük şehirlerinde yaşanana benzer bir gelişme yaşandı. Altmış yıl içinde, özenilen yerlerde yaşayanların yüzdesi arttı. Ciddi oranda arttı. Kıyamet de bundan koptu.
Zannımca şöyle oldu.
1960’larda Bebek’te, Emirgan’da oturan son derece küçük bir azınlığın yaşadıkları şartlar, İstanbulluların kahir ekseriyeti için erişilebilir değildi. O şartlara sahip olmanın bambaşka bir determinantı olması gerektiğini varsayıyordu insanlar. Onlara imrenseler de, onlara öfkelenmelerine bir gerekçe yoktu. Nasılsa ahir ömürlerinde onlar gibi olma şansları yoktu. Sonra, zamanla, kendileri gibiler de Şişli’de, Kadıköy’de özenilen hayatlar kurdular. Eh, onlar da iyi okullarda okumuş çocuklardı.
Sonra?
Kendi çocukları da okudular. Okuyanların kimileri gidebildi, kimileri gidemedi. Artık eleğin mantığı kalmamıştı. Yine de, “biz de gidebiliriz” duygusu hâkimdi. Ama hasbelkader gidebilmiş olanlar, yolunda gitmeyen her şey için parmaklarını geride kalanlara sallamaya başladılar. Çünkü zaten sadece o parmak sallama hakkı için onca rezaleti göze alıp Kadıköy’e yerleşmişlerdi. İp orada koptu.
İçinde yaşamadığım için emin değilim ama ABD’de yazılıp çizilenlere bakarak diyorum ki, ABD’nin seçkinlerinin hiç değilse bir bölümü meseleyi anladılar, herhangi bir ayrıcı vasfa sahip olmadan diğerlerine parmak sallayanlara “aman ha” diyorlar. Britanya’da öyleleri varsa da, Corbyn seçkinlerin öfkesini ve tahammülsüzlüğünü yatıştırmaya çabalamıyor. Çünkü kendi sosyalist fantezisini o öfkeden ve onun kışkırttığı karşı öfkeden imal etmeyi hayal ediyor —bir zamanların Baykal’ı gibi…
Türkiye’de ise, görüyorsunuz işte… “Ben ODTÜ mezunuyum, sen kimsin lan” nidalarına “ben Kartal Anadolu İmam Hatip mezunuyum, seninki de diploma mı lan” nidaları karşılık veriyor. Kimsenin herhangi bir problemi çözme becerisi yok ama “sizin Kadıköy’ünüze karşı bizim Başakşehir” dayılanmalarında yer tutabilecek kadar servet biriktirilebiliyor.
Hep diyorum, dünya fazla cömert. Hepimizi kendi kabiliyetlerimizin ürünlerine mahkûm bırakacaktı ki, görecektik hep birlikte, ne kadar vasıfsızız. Kimse Audi’ye binebiliyor, iPhone’la konuşabiliyor muydu bakalım.
Neyse… Dünya fazla cömert ve birçok kişi Audi’ye binip iPhone’la konuşabiliyor. İyi ki… Ve bu arada dikkatinizi çekmek istiyorum ki, Başakşehir’de konut fiyatları, Kadıköy’deki kadar hızlı yükselmiyor. O ilk gaz kesileli çok oldu.