Muhasebe

Başlamadan belirtmem gerekiyor ki, silahların susması, eğer susamıyorlarsa hiç değilse silah seslerinin seyrelmesi, benim açımdan sevindirici. Kimin kazanıp kimin kaybettiği sonraki mevzu.

Silahların susması, elbette, insanların ölmeleri ihtimalini azalttığı için önemli. Ancak bu defa da ölüme –veya tersinden hayata– lüzumundan çok mana yüklemiş olmak istemem. İnsanlar yaşar ve ölür. Mesele şu ki silahların susması, insanların insan eliyle ölmelerine mani olduğu için sevindirici. Dahası, gencecik insanların, hiçbir riski üstlenmeyen, kimseye hesap vermeye yanaşmayan, kendilerine siyasetçi süsü veren bir takım kifayetsiz muhterisler koltuklarında oturabilmeyi sürdürsünler diye birbirlerini öldürmesi… Katlanılacak şey değil. Dolayısıyla silahlar sussun, iyidir.

***

Şimdi muhasebeye geçebiliriz.

Geçebilir miyiz? Pek mümkün görünmüyor. Suriye’nin kuzeyindeki tablo ne, tarif edebilecek herhangi birinin olduğunu zannetmiyorum. Yine de deneyelim.

Suriye’yi paletteki muhtelif renklerle boyayanlar, genişçe bir bölgeyi, rejimin kontrol altına aldığı bölge olarak işaretliyorlar. Rejim kim? Rusya’nın ihtiyaca göre değişen emtia ile desteklediği, İran’ın paramiliter güçlerinin yardımcı olduğu Esad. Bahse konu olan üç özne arasında herhangi bir ihtilaf yokmuş gibi görünüyor. Kontrol ettikleri söylenen bölgede de bir sıkıntıları yok gibi. Ama yarın mesela Rusya’nın YPG politikası Esad’ınki ile çelişirse ne olacak? Dün çelişti mi mesela?

Bilmiyoruz.

Suriye’nin muhtelif bölgelerindeki gri alanlar giderek daraldı ve neredeyse yok oldu. IŞİD’in kontrol ettiği bölgelerdi. Trump askerlerini Suriye’den çekerken “IŞİD’in kesin olarak yenildiğini” söyledi. Gerçeklik öyle mi? Yoksa toprak iddiasından vazgeçen IŞİD unsurları Suriye’nin orasında burasında uyuyorlar mı? Kaç kişiler? Güçleri ne? İmkânları ne?

Ben bilmiyorum.

İdlib’te oyalanmadan geçelim. Statüsünü bilen kimsenin var olduğunu tahmin etmiyorum. Rusya, Türkiye ve İran arasında yapılan bir anlaşmaya göre belirlenmiş bir statüsü vardı. Toprak Suriye’nin. İlaveten anlaşma şartları yerine gelmedi.

İdlib’in kuzeyinde, İdlib’inkine benzer renkte boyanmış bir başka bölge var: Afrin. Bizim kontrolümüzde olduğu söyleniyor. “Biz” derken… Yeri geldiğinde ÖSO oluyor. Ama posta hizmetleri filan derken Türkiye’deki bir üniversitenin fakültelerini de açtık. ABD’nin onayıyla girmiştik. Güya birkaç ay içinde Membiç’i de boşaltıp girmemize izin vereceklerdi. Giremedik. Şimdi ABD Membiç’i boşalttı, bu defa Rusya girdi. Yine de Membiç rejimin hâkim olduğu bölgeden farklı bir renkle boyanıyor. Statüsü ne? Bilmiyorum.

Doğuya doğru ilerliyoruz ve Kürtlerin kontrolünde olan geniş bir bölgeye giriyoruz. YPG’nin bir devlet nüvesi oluşturmaya çalıştığı bölge galiba burası –batı sınırını Fırat’ın, kuzey sınırını Türkiye’nin, doğu sınırını Irak’ın oluşturduğu bir üçgen. Bölgenin güneyine indikçe petrol kuyularıyla karşılaşıyoruz ama anlaşıldığı kadarıyla nüfusun yoğun olduğu bölge Türkiye sınırına yakın olan kuzey bölgesi. Ortalarda bir yerde Rakka var, statüsü sanki daha farklı gibi.

Kürtlerin kontrolünde olan bu geniş bölge –ki alan olarak kabaca iç savaş öncesi Suriye’nin üçte biri kadar– resmi olarak “koalisyon güçlerinin kontrol ettiği bölge” olarak geçiyordu. Koalisyon güçleri kim? Anlaşıldığı kadarıyla her biri birkaç askerle katılan birkaç Avrupa ülkesi ve ağırlıklı olarak ABD. ABD çekildi. Nereye? Anlaşıldığı kadarıyla zaten pek az olan askerlerinin önemli bir bölümü Irak sınırının ötesine geçti. Yine anlaşıldığı kadarıyla Trump hepsinin ABD’ye dönmesinden memnun olacak ama Pentagon aynı fikirde değil. Elini taşın altına koymakta pek isteksiz olan Avrupalılar başka âlem. ABD bölgede askeri gücünü artırsa memnun olacaklar, çekilmesinden fena halde rahatsızlar.

Koalisyon güçleri denen şey ne demeye bu kadar geniş –üstelik de petrolü olan– bir bölgeyi YPG’ye yönettiriyor? Çünkü bölgeyi IŞİD’ten temizleme sürecinde sadece beş ABD askerine mukabil, 11 000 Kürt öldü. ABD’ye ve Kürtlere sorarsanız, “Kürt savaşçı”. Ne kadarı savaşçıydı, bilmiyorum. Tahminime göre Kürt gençlerinin ölümü üzerinden destanlar yazan, kendilerine hiçbir şey olmayan –ve olmayacak olan– ve kimseye hesap verme yükümlülüğü olmayan, kendilerine sorarsanız “Kürt siyasetçileri”, o çocukların önemli bir bölümünü Türkiye’den devşirdiler.

Kürt bölgesinin kuzeyinde, Türkiye’nin son harekâtıyla açılmış ve farklı renkte boyanması gereken iki cep var. Buralarda ne kadar TSK askeri var, ne kadar Suriye Milli Ordusu dediğimiz tuhaf oluşumun unsuru var, bilmiyorum.

***

Görüldüğü gibi çok sayıda “bölge” var, tamamı resmi olarak Suriye devletinin toprağı. Her birinin statüsü farklı. Dahası, bölgelerin statüsü taraflar açısından da fark ediyor. Mesela son harekâtla açılan iki cep, Türkiye açısından bakıldığında, ABD ile yapılan mutabakat çerçevesinde girilen ve YPG’den temizlenen bölge. Mesele şu ki, ABD’nin Türkiye’ye verdiği şey, ABD’nin değil. Rusya aynı bölgede “beş kilometreye kadar tamam” diyor ama Esad tamamını işgal edilmiş Suriye toprağı olarak görüyor. Esasen daha önce Rusya ve İran’ın Türkiye’ye verdiği şey de Suriye toprağı idi –İdlib’den söz ediyorum. Filan.

Mevcut durumun sürdürülebilir olmadığı aşikâr. Zaten bir yıl önceki durum da sürdürülebilir değildi –ve sürdürülemedi. Mesele şu ki, Türkiye’nin bölgeye harekât düzenlemesiyle, tarih hızlandı. Aniden ve büyük bir ivmeyle hızlandı. Rusların arabuluculuğuyla Kürtlerin rejimle anlaştığı gün, iddia ediyorum ki, yakın tarihin en hızlı günlerinden birincisi değilse biriydi. Dün bir başka hızlı gündü.

Bu hızla hareket ederken pozisyon belirlemek son derece müşkül. Sahadaki oyuncuların sözlerinin de pek hükmü yok. Trump kimin adına konuşuyor, Rusya kimin adına, Erdoğan kiminle neyin pazarlığını yapıyor, pek belli değil. Burada yaptığınız bir anlaşma, sahadaki başka bir aktörün, o anlaşmaya taraf olmayan bir oyuncunun küçük bir hamlesiyle manasız kalabilir. Kaldı ki tarafların birbirlerini istikrarsızlaştırmak için yapabileceği pek çok şey var ve henüz yapılmıyor. Umarım hiç yapılmaz ama İran mesela Ankara’nın göbeğinde bir canlı bomba patlatsa ve bunu PKK’nın işi gibi gösterse? Veya PKK Paris’in –veya Teksas’ın– göbeğinde bir iş işlese ve IŞİD’e yıksa?

Tekrarlayayım, umarım işler böyle gelişmez. İşaret etmek istiyorum ki tahminde bulunmak mümkün değil, bir bilanço çıkarmaya kalkmak için çok erken.

Yine de bir muhasebe yapılabilir elbette. Trump ve Erdoğan, Suriye’de, aşikâr bir biçimde iç politikaya yönelik olarak oynuyorlar. Tribünlere oynuyorlar. Trump kendi tribünlerinde ıslıklanıyor, Erdoğan ise istediği alkışı aldı. Esad can havliyle, kendisi için oynuyor. Bir süredir toparlanmaktaydı, toparlanması sürüyor. Rusya ve İran nüfuz peşinde koşuyorlar. Şimdilik nüfuzlarını artırmış, nüfuz alanlarını genişletmiş gibi görünüyorlar.

Ve bütün bunlar her an tam tersine dönebilir.

Politik•a•politik sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya Devam Edin