Bir Dönüm Noktası Olarak Pandemi

Gazete Duvar, John Gray’in kriz sonrasına dair düşüncelerinin tercümesine yer vermiş. Başlığa da, “bu kriz tarihte bir dönüm noktasıdır” ibaresini çıkarmışlar. Bu vesileyle ve Gray’in yazısını karşıma alarak, pandemi sonrasına dair düşüncelerimi biçimlendirmeye çalışayım.

Öncelikle söylemek gerekiyor ki, tarihte bir dönüm noktası tespitine katılıyorum. Ama dönüm noktasına pandemiyle gelmiş değiliz. Pandeminin kendisi —yani sebep olduğu sosyal ve ekonomik şartlar— hatta pandemiye gösterdiğimiz reaksiyonun bütün orantısızlığının yol açtığı ilave olumsuzluklara rağmen, köklü ve yapısal bir dönüşüme sebep olmayabilirdi. Ama olacak. Çünkü biz, zaten, uzun süredir tarihin bir dönüm noktasında yaşıyorduk.

Daha önce birkaç defa dediğimi tekrarlarsam, Lucaks ve Hobsbawm gibi birçok tarihçi, 20, Yüzyılın sonunda yüzyılı değerlendirirken, insanlık tarihinde bir parantezin kapandığı hususunda hemfikir idiler. Ben de aynı kanaatteyim. Ancak uzun süren parantezlerin kapanması, öyle bir kapıdan geçip bambaşka bir iklime çıkıvermek gibi olmaz. Doğum sancılı bir iştir ve belirli bir süre alır. Tarihte bir çağın kapanıp bir başkasının açılması, genellikle, büyük ölçekli savaşlarla ancak gerçekleşmiş olan şeyler. Bu defa savaşın yerini pandeminin aldığını/alabileceğini düşünüyorum. Yani dünya zaten gebeydi ve eğer gebe olmasaydı, pandeminin ebeliği bir doğuma yol açamazdı. Ama zaten gebe olduğu için, herhangi bir şey de ebelik yapmış olabilir.

Gray demiş ki “İlerlemeci düşünürlerin tutunduğu gelecek tahayyülüne göre, ‘gelecek’, yakın geçmişin mübalağalı bir versiyonudur.” Güzel, sevdim bu cümleyi. Kendi hesabıma bir düşünür sayılacağıma ihtimal vermiyorum. İlaveten ilerlemeci filan da değilim, kelimenin benim bildiğim manalarında… Yani cümleyi, üzerime alındığım için, alınganlık sebebiyle cımbızlamadım. Tersine, Gray’in yazısından, kendisinin de geleceği, bu defa daha uzak bir geçmişin mübalağalı bir versiyonu olarak tasavvur ettiği intibaını edindim. Gelecek yakın geçmişin mübalağalı bir versiyonu olmadığı gibi, Gray’in kendisini emniyette hissettiğini zannettiğim uzak geçmişin mübalağalı bir versiyonu da olmayacak.

Ya ne olacak?

Doğum metaforuna dönecek olursak… Doğacak bebeğin kişilik özellikleri, hayat çizgisi hakkında ne kadar bilgi sahibi isek, yeni doğacak olanın özellikleri hakkında da ancak o kadar bilgi sahibiyiz. Ne olacağını bilemeyiz, çünkü zaten olacak olan diye bir şey yok. Zaten var olan bir coğrafyayı keşfedecek kâşifler değiliz, bir şey inşa edeceğiz. Olacak olan şey, o bizim inşa edeceğimiz şey olacak —ve o inşaatın bir projesi yok.

Ortaya ne çıkaracağımızı bilmiyorum. Neyin olmayacağını az çok bildiğimi zannediyorum.

***

Bir defa, Gray’in işaret ettiğinden de daha yakın geçmişin mübalağalı bir versiyonu gelecek niyetine dolaşıyor ortalıkta. Birileri hayatlarında ilk defa evlerine kapanmak zorunda kaldılar ve bu şartlara katlanmaları için kendilerini aşırı ölçüde korkuttular ya, yaşadıkları korkunun ilelebet devam edeceğini, insanlara temas etmekten hep korkacaklarını, artık herkesin izole yaşayacağını, büyük şehirlerin boşalacağını, kıyı kasabalarında herkesin kendi domatesini, biberini yetiştirerek yaşayacağını filan iddia edenler var.

Asla öyle bir şey olmayacak.

Bu hususta klavye eskitmek bile israf sayılabilir de, yine de biraz oyalanacağım. Korku iyidir. Korku diye bir duygumuz olduğu için hayatta kaldık. Ama her korku aşılır. Hayatta kalmamızı korkularımız, korkabilir olmamız kadar, korkularımızı aşabilmemize de borçluyuz. İnsan herhangi bir korkusunu yendiğinde, korkma duygusunu, artık herhangi bir şeyden korkma kabiliyetini yenmiş olmaz. Ama genellikle o yendiği korkuyu, neredeyse ebediyen yenmiş olur.

Yani? Galip ihtimal, bu pandemiyi aştığımızda, başka insanlardan korkma halini içimizde taşımayı sürdürmeyeceğiz. Aksine, insanlara duyduğumuz güven katmerlenmiş olacak. Öyle zannediyorum. Şimdi, tam da sokağa çıktığımızda karşılaştığımız her bir insanın hastalık bulaştırıcı bir tehdit unsuru olarak görüldüğü ruh durumunda bu zannım son derece abes görünüyor olabilir ama sokağa çıkan biz, şimdiki biz olmayacağız.

***

Ve sonra geliyoruz, Gray’in de hedefe yerleştirdiği mahşerin üç atlısına, kapitalizm, neoliberalizm, küreselleşme şeytan üçlüsüne… Burada sığ bir antikapitalizm kavrayışıyla, her bir fenalığın müsebbibi muğlak bir özne olarak kapitalizmin ve onun neoliberal, küresel versiyonunun şeytanlaştırılmasıyla uğraşıp durdum. Derdim kapitalizmi, neoliberalizmi ve/veya küreselleşmeyi müdafaa etmek olmadı hiçbir vakit. Bir defa, bir parantezin kapanmakta olduğunu düşündüğümü söyleyip duruyorum, demek ki bir dönemin sürdürülemez hale geldiğini kabul etmişim. Eğer o dönem kapitalist/noeliberal/küresel bir dönemse, demek ki, onun sonu gelmiş diye düşünüyorum.

Lakin muğlak, her şeye kadir tuhaf ve fena özneler üzerinden konuşmak için uygun bir dönemde yaşamıyoruz diye düşünüyorum. Bir şeyler yolunda gitmiyor, bünye hasta, kabul etmişim. Ama hastalığa yanlış teşhis koymak da hastalık kadar tehlikeli.

Hastalık metaforuyla devam edeyim. Hasta bir bünyeyi hasta olmayanından ne ayırır? Şimdi hasta değilseniz, kendinizi hasta hissetmiyorsanız mesela, bünyenizde bir yığın yabancı mikroorganizma olmadığından değil. Acıkmadığınızdan, elinizi ateşe uzattığınızda elinizin yanmamasından da değil. Aksine, acıkıyor, eliniz yanıyor olduğu için sağlıklısınız. Bünyenizdeki yabancı mikroorganizmalarla mücadele edebildiğiniz, büyük bir bölümüyle de simbiyotik bir ilişki kurabilmiş, geliştirebilmiş olduğunuz için sağlıklısınız.

Ama hepsinden mühimi, sağlık ve hastalık halleri, genellikle, dışarıdan belirlenebilen bir takım faktörlere göre tespit edilebilir şeyler değil. Evet, bazı hastalıklarda ateşiniz yükselir ve o da dışarıdan tespit edilip hastalandığınıza hükmetmeye yardımcı olabilir. Ama zaten daha önce hastalanmışsınızdır ve genellikle de ateşinizi ölçmeden önce hastalandığınızı hissetmişsinizdir —öyle hissettiğiniz için ateşinizi ölçersiniz.

Dünya hastaydı.

Dünyanın hastalık hali, bana kalırsa, yapabilir olduklarını yapamıyor olmasından belliydi.

Şimdi iyileşecek. İyileşince ne olacak? Ne yapacak? Onlar meçhul. İyileşmek ne demek, bünyemizde ne tür değişimler vuku bulmuş olacak, hangi dengeler tesis edilmiş olacak? Bilmiyoruz. Ama bir dinamik denge bozulmuştu, yeniden tesis edilecek. Yeni tesis edilecek olan denge, eski denge olmayacak. Biz hastalıktan çıktığımızda, hasta olmadan önceki halimize dönmeyiz. O hastalıkla baş etmiş, kanında uygun antikorlar dolaşan farklı bir bünye halini almış oluruz.

Ekonominin küreselleşmesi, maddi şartların bir neticesi idi, ideolojik bir tercih değil. Öyle steril odalarda, Gates ve birkaç kişi daha toplanıp karar vermişler de dünya küreselleşmiş değildi. Küreselleşmeden küresel problemleri çözemezsiniz. Afrika’daki problemleri, Afrika’yı küresel ekonominin bir parçası haline getirmeden çözmenin bir yolu yok. Senegal önce Fransa, Kongo önce Belçika olacak da sonra… Öyle bir şey yok. Olmadığını biz denedik, gördük. Senegal ve Kongo önce doğru dürüst ulus devletler halini alacaklar da sonra… Bu ilerlemeci bir yaklaşım. Yanlış varsayımlar üzerine inşa edilmiş, oryantalist bir bakış açısı.

Dünya hastaydı. Hastalığı, bana kalırsa, Gray gibilerin varsaydığının tam tersine, küreselleşmiş olmasından değil, daha da küreselleşebilir olduğu halde küreselleşemiyor olmasından kaynaklanıyordu. Mevcut iktisadi seviye, belki Çin’i veya Hindistan’ı değil ama bütün Afrika’yı pekâlâ daha insanca yaşayabilir kılabilecek bir seviye idi ama… Başka takıntıların yanı sıra, mesela ulus devlet denen takıntı yüzünden de yapılamıyordu, yapılabilir olan.

Zaten yapamaz olduğunuz bir şeyi yapamadığınızda, mesela bir sıçrayışta dört metrelik bir duvarı aşamadığınızda kendinizi hasta hissetmezsiniz. Ama yapabilir olduğunuz bir şeyi yapamadığınızda, mesela bir fincanı tutup kaldırmayı beceremez olduğunuzda hastalandığınıza hükmedersiniz. O sizin yapabildiğiniz şeyi bir bebek yapamadığında, mesela kalkıp iki ayağı üstünde durup adım atamadığında, bebeğinizin hasta olduğuna da hükmetmezsiniz. Aynı bebek biraz büyüyüp yürümeye başladıktan bir süre sonra birden atım atamaz hale gelirse, bir hastalığı olduğunu düşünmeye başlarsınız.

***

İmdi…

Dünya hastaydı. Bir vakitler çok işine yaramış olan birçok şeyden vazgeçmeyi bilemediği için de hastalığının üstesinden gelemiyordu. Yürümeyi öğrenmişti diyelim ama kundağından vazgeçmediği için yürüyemiyordu. Bir yığın aklı evvel, o kundaklı dönemlerin ne kadar da güzel olduğu gibi akıllarla —o kundaklı günlerde yürüyememek bir eksiklik sayılmıyordu en azından— yürümeyi, yürüme arzusunu mahkûm etmeyi tercih ettiler.

Yürümek tehlikeli bir iş. Yürümeyi öğrenen bebek yürümek ister. Sizin onu korumak için kundaklamanız da manasız bir iş. En azından o işe soyunanların hadsizliğini gösterir. Bisiklete binmek de tehlikeli bir iş. Ama bisiklete binmeyi öğrenen çocuk da bisiklete binmeyi ister. Benim açımdan dünyanın hastalığı böyle bir haldi. Ve benim bakış açım bana, ilerlemecilik gibi görünmüyor. Burada verdiğim yürüme, bisiklete binme gibi misallerin öyle bir çağışım yaptığına itirazım yok ama esas varsayımımı daha önce defalarca dile getirdim.

Tarihin bir oku var. Termodinamiğin ikinci kanununa karşı bir ok. Giderek daha kompleks strüktürler inşa ediyor tarih. Evrimin bir yandan insan gibi olağanüstü kompleks bir organizma inşa etmesi, bir yandan da içinde o insanın yer aldığı ekosistemin giderek kompleksleşmesi gibi… Daha kompleks olanın daha iyi olduğunu iddia etmiyorum. Sadece daha kompleks olduğunu iddia ediyorum, hepsi bu. Dolayısıyla bir ilerlemeden söz etmiyorum, daha da kompleksleşmekten söz ediyorum.

Maddi şartlar, yani üretilmiş/üretiliyor olan bilgi, bilginin difüzyonu, teknoloji ve benzeri bir yığın faktör, sahip olduğumuzdan çok daha kompleks strüktürleri mümkün kılıyor. Ama biz, mesela ulus devlet denen aygıttan veya bölüşümü emeğe endekslemekten vaz geçemediğimizden, o daha kompleks strüktürleri inşa edemiyorduk. Rahatsızlığımız buradan kaynaklanıyor/du diye düşünüyorum.

E peki, pandemiden çıkınca bütün bu uyumsuzluklar bitiverecek mi? Bitiverebilir. Bitiverebilirdi en azından. Ama görünen o ki, kendilerini sıradan insanların, hatta insanlığın vasisi olarak görenlerin elindeki kudret, bir süre daha direnmelerine yetecek. Kabaca diyebilirim ki, dünyanın şehirlileri, kendi imtiyazlarını, dünyanın şehirlileşmesi imkânlarına tercih ediyorlar ve bir süre daha vazgeçmeyecek gibi görünüyorlar.

Benim kanaatime göre şehirlileşme eğilimi, şehirlilerden daha güçlü. Ama maçı bitirmeye yetecek kadar değil galiba. Biraz daha işimiz var gibi görünüyor.

Politik•a•politik sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya Devam Edin