Hak, Ahlak ve Diğer Şeyler

Aksaray’da otistik çocuklar, diğer çocukların velileri tarafından yuhalandı.

Uzun süredir, içimin kaldırmayacağı şeylere gözlerimi kapatıyorum. Bu hafta mesela, Fatih’te dört kardeşin intihar ettiği hadise hakkındaki haber başlıklarının altını hiç okumadım. Benzer şekilde Aksaray’da otistik çocuklarla ilgili haber başlıklarının altını da…

Sırrı ilki hakkında değil ama ikincisi hakkında okumamı telkin etti. Bu sabah da, mide bulantımı bastırıp mesele hakkında malumat sahibi olma niyetiyle kaktım.

Hadiseyi biliyorsunuz, Aksaray’da geçiyor. Bir okul var. Okulda, otistik çocukların okuduğu bir sınıf var. Okuldaki diğer sınıflarda okuyan öğrencilerin velileri var. Bir muhtar var. Muhtarın iddiasına göre, kendisine “az sabret muhtar” diyen bir vali var. Okulun bir müdürü var.

Otistik çocukların kendi çocukları ile aynı okulda okumasını protesto eden veliler kimler? Kaç kişiler? Dertleri ne? Neler yaşamışlar —mesela otistik olmayan kendi çocukları ile ilgili endişelenmelerine yol açacak bazı vukuat olmuş mu, kışkırtılmışlar mı? Muhtarın derdi ne? Neler yaşamış? Bunları bilemiyoruz. En azından ben, kendi hesabıma, bu hususlarda ortaya saçılan malumatın ne ölçüde güvenilir olduğunu test edebilecek enstrümanlara sahip değilim.

Okul müdürünü ve valiyi ayırıyorum. Onların kim olduklarını, ne yaşadıklarını da bilmiyorum ama her ne yaşamış olurlarsa olsunlar, meselenin böyle tiksinti verici bir hal almasından onlar mesuldüler. Öyle bakıyorum. Müdür ve vali olmanın itibarını başkalarıyla paylaşmayanların mesuliyeti paylaşmaya hakları olmaz diye bakıyorum.

***

Buradan sonrasında söyleyeceklerim, herhalde pek hoşunuza gitmeyecek.

Gazete Duvar’da Ali Duran Topuz, mesele hakkında bir tahlil yazmış. Kendi tarafını, otistik çocukların eğitiminin onların hakkı olmasına yaslayarak belirlemiş. İyi. Peki, birileri de çıkıp, “otistik olmayan bizim çocuklarımızın hakkı ne olacak” diye sorarsa… Çocukları otistik olmayan velilerin hakları?

İşi böyle ortaya koymanın ne kadar tiksinti verici olduğunun farkındayım. Ama galiba, bu kadar tiksinti verici olması, rahatsız edici olması iyi. Bir süredir üzerinde tepindiğim hususları dile getirmekte işe yarar kılıyor meselenin tiksinti vericiliği.

Meseleye haklar açısından yaklaşamayız. Veya yaklaşacak olursak, otistik çocukları protesto eden ailelerin haklarını da ele almamız, onlara da kulak kabartmamız gerekiyor. Benim açımdan mesele şu: Devlet bir takım kurallar koyuyor. Ahali o kuralları çiğneyebilirse çiğniyor, çiğnerken yakalanırsa bedelini ödüyor. Bazı kuralları çiğneyemiyor, içine sinmese de sineye çekmeye çalışıyor. Hep böyleydi. Ama bir vakittir, “kuralların şöyle değil de böyle olması hususunda benim de söz hakkım var” denmeye başladı.

Meselenin muhtevasını —yani otizmli çocukların mağdur edilmesi gerçeğini— sıyırıp bakmaya çalışalım hadiseye. Ne olmuş? Bir kural konmuş. Birileri de bu kurala itiraz ediyor. İyi bir şey mi? Bence iyi bir şey. Eskiden sesini duyurmaya teşebbüs bile edemeyecek olan kesimler “hop, öyle olmayacak” diyor. Haklarını müdafaa ediyor. Kendileri için hak gördüklerini…

“Ama böyle hak olmaz ki” denebilir, tahmin etmek zor değil. O vakit de sorup duruyorum, kimin neye hakkı olduğunu tayin mercii neresi? Eğer Ahmet bey kendi haklarını kendisi tayin ediyor da Ayşe hanım edemiyorsa, Ahmet bey Ayşe hanımın haklarının neler olduğunu da tayin etme yetkisine sahipse? Sahip olduğu vehmine sahipse?

Hadise hakkında sayısız malumat eksik olmasına rağmen herhalde diyebiliriz ki, Ayşe hanım —çocuğu otistik olmayan Ayşe hanım— çocuğunun otistik akranlarına değmeden öğrenim görmesini kendi hakkı olarak tasnif etmiş. Eskiden de öyle tasnif etmişse de, muhtemelen, bu hakkını elde etmek için itiraz etmeye gücü yetmiyormuş. Şimdi, her ne olduysa, itiraz etme enerjisini kendisinde bulmuş.

Otistik çocuğu olan iki tanıdığım var. Öğrenim dönemi başlarken otistik çocukların eğitimine dair çok şey yazıldı ve ben de empati yaparak okudum. Kestirmeden söyleyeyim, otistik çocukları olan ailelerin yanındayım. Meselenin onların içine sinecek biçimde çözülmesi gerektiğinden zerre kadar şüphem yok.

Ama ilaveten, bu tutumun benim tutumum olduğunun da farkındayım. Ben tarafım. Taraf olarak da hakemlik yapmaya soyunamam. İlle de hakemlik yapmak, hüküm vermek ihtiyacı hissettiğimde, taraf olmaktan çıkacak kadar meseleden uzaklaşmak gerekiyor. Hadisenin muhtevasını sıyırmak derken yapmaya çalıştığım şey de bu.

Hadiseyi muhtevasından sıyırdığımızda, bana kalırsa, hak kavramı bize yardımcı olmaz. Aksine, olup biteni daha hakça, daha adil bir istikamette yol alıyor olduğumuz biçimde okuyabiliriz, yukarıda da işaret ettiğim gibi…

Ve bir adım daha atmadan önce işaret edeyim. Mesele hak meselesi değil ama mesela ahlak meselesi olarak görülebilir. Ve evet, benim ahlakım, Aksaray’da olup biteni içime sindirmeme imkân vermiyor. O kadar ki, Sırrı vazife verdi diye hadise hakkında okumak zorunda kaldığımda bile, zıplaya zıplaya, hızlı hızlı okumak zorunda kalıyorum.

Ama tekrarlayayım, bu benim ahlakım. Benim bir ahlakım olması, onun da böyle olması, benim açımdan iyi. Memnunum ahlakımdan. Ama buradan bir ahlaki üstünlük çıkarmak… Onu tehlikeli buluyorum. Birkaç ay önce münhasıran bu hususta çok yazdım. Kendi ahlakımı müdafaa etmek bir şey, onu üstün ahlak olarak tarif edip, kendime bir üstünlük çıkarmak başka bir şey.

***

Şimdi şu son iki paragrafı bir tramplen olarak kullanıp, hadiseyi kendi kavramlarıma taşıyabilirim. Aksaray’da bence çok biçimsiz olan işleri işleyenler, bence esasen, bu tür hususlardan bir ahlaki üstünlük çıkaranlara karşılar. Enerji sahibi olduklarını hissettikleri anda da, o kendilerine ahlaki üstünlük taslayan bizlerin canını yakmak için böyle işler işliyorlar. En azından, motivasyonlarının bir parçası da bu.

Aksaray’da otistik çocukları protesto edenler, benim kavramlaştırmama göre kasabalılar. O kasabalılığı görünce tiksinen, “yahu bu kadarıyla nasıl mücadele edilir ki” diye hissedip eli ayağına dolanan insanlar da şehirli. Ben sadece şehirli değilim, aynı zamanda şehirlilerin tarafındayım. Burada bir şüphe olmasın diye tekrarlamak zorunda kalışımı mazur görün.

Anlamamız gereken hususlardan biri şu: Aksaray’daki protestocu kasabalılar, protesto etme enerjisini nereden devşirdiler? Muhtardan? Validen? Okul Müdüründen? Uzaktan bakınca öyle görünüyor. Yani devleti, otoriteyi arkalarına almadan, devleti arkalarında hissetmeden böyle bir şeye kalkışamayacak olabilirler. Böyle söyleyince, “ama işte sessiz bırakılmış olanlar da ses sahibi oldular” demiş olmam manasızlaşıyor. Bu topraklarda sesi olmayan herkes devleti arkasına alınca, daha doğrusu devlet onlara ses verince, bet sesleriyle marş söylemeye pek hevesli oldular hep.

Hadise —bir defa daha— tamamen ve sadece böyle olabilir. Ama memleketin dört bir yanından fışkıran biçimsizliklerin aniden yaygınlaşmasına bakınca, sanki başka bir şey daha var gibi görünüyor. Sanki sahiden de cemre düşmüş, toprak yeşillenmeye başlamış gibi… E evet, ortalığı ot, dahası ayrık otu kaplıyor gibi ama neticede bahar da geliyor demektir.

***

Ve esas mesele başka.

İsterse kasabalılar devlet ses verdiği için koro halinde bağrışmaya başlamış olsunlar. Şehirlilerin bir mesuliyeti var. O da, bu sesleri akort etmek. Hem toplumun aydını kadrolarından itibar ücretlerinizi alacaksınız, hem de sarı zarftan böyle bir vazife çıktığında arazi olacaksınız… Olmaz. Olmadı nitekim.

Dün “iki taraf birbirini törpüleyecek” mealinde bir laf ettim. Aha işte tam da törpülenme fırsatı. Öğrenme fırsatı. Eğer gelecekte söz sahibi olunacaksa, doğru dürüst bir gelecek inşa edilmesinde hisse sahibi olunacaksa, şimdi ameleliğin tam zamanı.

Haktı, ahlaktı… Bunları bir yana bırakalım. Sızlanmayı da… Tiksinilecek şeyler oluyor, tamam. Burnumuzu tıkayıp bu lağım çukuruna girilmesi, etrafın temizlenmesi gerekiyor. Şehrin şık mahallelerinden “ay bunlar da ne kadar biçimsiz” demeklerle, “hak, adalet, eşitlik” filan lafları etmekle yapılabilecek iş değil bu.

Daha berrak bir biçimde söylemeye çalışayım.

Otistik olmayan çocuğunun otistik çocuklarla aynı okulda okumasından rahatsız/huzursuz olan birilerinin, kendi rahatsızlığını/huzursuzluğunu dile getiremeyecek halde olmasından iyidir, protesto edebilir halde olması. Eğer bir iş yapmak istiyorsanız, o insanlarla yapacaksınız. O rahatsızlığın/huzursuzluğun açığa çıkabilecek kadar enerji kazanmış olması, demek ki, sizin de bir iş yapmak için lazım gelen enerjiye sahip olduğunuzu gösterir.

Elbette bir toplumda herhangi bir şeyden rahatsız olan herkesin başkalarının hukukunu hiçe sayabilir olması hoş değil. Öyle bir şeyden toplum olarak söz etmek da kabil değil. Ama biz zaten, Aksaray’daki veliler otistik çocukları hedef almadan önce de bir toplum vasfına pek sahip değildik. Otorite tarafından biçimlenmesine çalışılan, orası burası kesilip biçilmiş, kendisine dikte edilene boyun eğmek zorunda bırakılmış şeylerin bir hamuruyduk.

Bu halden, öyle türbülanssız, herkese başkalarının hukukuna saygı göstermesi mesela mekteplerde öğretilerek çıkılması olacak iş değildi. Hâlâ değil. Çatışmayla çıkılacak. Çatışmayla öğrenilecek. Çatışmanın böyle, otistik çocukların hukuku mevzilerinde çıkması, toplumun menfaatine. Toplum olmaya çalışan bir kalabalığın, yani…

Şimdi, memleketin aydını, medyası, siyasetçisi olsa, gider Aksaray’da protesto eden aileleri dinler. Sahiden dinler.

Türkiye’nin otistik çocukların eğitimi konusundaki mevzuatını bilmiyorum. Daha doğrusu bilmiyormuşum. Çünkü benim bildiğim kadarıyla otistik çocuklar diğerleri ile kaynaştırılıyordu, ayrı sınıfları yoktu. Aksaray’daki okul sayesinde öğrenmiş oldum ki, ayrı sınıfları varmış. Bu yakışıklı bir çözüm mü, bilmiyorum. Ama çözüm her ne ise, Türkiye’deki eğitimcilerin veya otizm konusunda çalışanların mevzu hakkında bir şeyler denemesiyle üretilmiş değildir. “Dünya ne yapıyor” diye bakılmıştır. Dünya ise, eminim ki, bir yığın şeyi aynı anda deniyordur. O denemelerden hemen her birinin taraftarı vardır Türkiye entelijansiyasında. Birileri diğerlerine galebe çalmıştır, yani bürokraside güçlü isimlerle ilişki geliştirmiştir. Filan.

Sonra da bir çözüm “doğrusu bu” diye dayatılmıştır.

Bütün bu işler, bu dayatmalar, memlekette eğitim denen şey hakkındaki varsayımlar zerre kadar gözden geçirilmeden yapılıyor. Devletin eğitimden ne anladığı ayrı mevzu, aileler için eğitim denen süreçte, çocukları birer yarış atı. Okuldan bir şeyler öğrenerek, sosyal birer varlık olarak çıkmayacak çocukları, bir takım sınavlarda skor yapacak biçimde çıkacak.

Eğer otistik çocukları protesto eden veliler gerçekten dinlenirse, can kulağıyla dinlenirse, bahse girerim ki arka planında bu yarış atı kavrayışı teşhis edilecek. Eğer çocuğunuz bir yarış atıysa ve yarışı önde tamamlayamadığında hayatı kararacaksa, öyle inanıyorsanız, âlemin otistik çocuğunun hukukunu hesaba katabilir misiniz? Ya mecbur kalır, katlanırsınız —eğer otoriteye gücünüz yetmiyorsa. Veya başkaldırır, çocuğunuzu otistik çocuklardan kurtarmaya çalışırsınız.

Her iki tutum da, özünde, aynı varsayımı gerçeklikmiş gibi kabul etmekten kaynaklanıyor —eğer yarışı kaybederse, çocuğunuzun bir hiç olacağı varsayımını. Eğer bu varsayım doğruysa, o vakit o gerçekliğin değiştirilmesi gerekiyor. Eğer bu varsayım yanlışsa, demek ki, ailelerin bu varsayımın yanlış olduğuna ikna edilmesi gerekiyor.

Ve biz, protesto eden ailelerin tutumlarını değiştirmeye çalışıyoruz. Eğer bir şey için çalışıyorsak elbette.

Uzadı, yarın devam edeyim.

Politik•a•politik sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya Devam Edin