Etiket: Kapitalizm

Müthiş Bir Proje

Taner Akçam demiş ki, “Türkiye’nin bugünkü ana problemi, mevcut kuruluş hikâyesinin, hikâyelerinin iflas etmiş olmasıdır. Muhalefetin çaresizliğinin ve beceriksizliğinin ana nedeni de budur. Onlar bize hala mevcut kuruluş hikâyesinin içinden bir gelecek vaat etmeye çalışıyorlar. Oysa artık mevcut kuruluş hikâyesinin üzerine bir gelecek inşa edemezsiniz.” Ne münasebet! Halt etmiş. Türkiye Cumhuriyeti, modern çağın en müthiş

İşsizliği Ne Yapsak?

İşsizlik çok yükselecekmiş —öyle diyorlar. İşsizlik denen şeyi anlayabilmek için, galiba, iş denen şeyin tarihine bakmak gerekiyor. Endüstri devrimi öncesinde mesela, diyelim Denizli’nin kasabalarında dokumacılıkla geçinenler vardı. Hemen her toplumun her irice kasabasında zaten var olan nalbantlık, bakırcılık, gümüşçülük filan gibi işlerden farklı bir iş olarak zikrediyorum. Çünkü ikinci türden zanaat sahipleri, beceri ve emeklerinin

Devlet ve Tekalifi Milliye

Ümit Kıvanç, Britanya Tıp Birliğinin bir genelgeyle triyaj yetkisini hekimlere devretmesi üzerinden, medeniyetimizin iflasını ilan etmiş. Suçluyu da teşhis etmiş —zaten o suçlu hep elinin altında, araması gerekmiyor. Önce… Solunum cihazı yetersizliği sebebiyle triyaj ihtiyacının hâsıl olması, evet, Kıvanç’ın öfkesini, hatta daha fazlasını haklı çıkaracak kadar büyük bir basiretsizlik. Hele ki benzer bir şeyin Türkiye’de

Yüz Yıl Önce, Yüz Yıl Sonra

Adam, her bir şeyin esrarını çözmüş bir edayla kükrüyordu. Âlemin esrarını çözmüş olmak, malum, kıyamete beş kaldığını idrak etmek demek ve dolayısıyla da özel olarak karartılmış bir çehreyle konuşulması gerekiyor. Aha işte o çehreyle, “insan türü haddini aştı, aşırı güçlendi, tabiatın aleyhine çok mevzi kazandı” gibilerinden geğiriyordu. “Yahu öyle diyorsunuz ama son kırk yılın belki

Faturayı Ödemekten Kaçmak

Âlem Aydınlanmanın kavradığı gibi olsaydı… Yani geçmiş nesillerin aymazlığı ve cehaleti yüzünden birikmiş, her biri çözüm bekleyen bir problemler havuzu olsaydı âlem… Biz de nihayet problemleri çözmenin mekaniğini keşfetmiş şanslı nesiller olsaydık… Önümüzdeki çözülmemiş problemlerden birini alır, çözer, heybeye atar, sonrakine bakar… Makul bir süre içinde de… Anladınız siz onu. Âlem öyle değil ve öyle

Kelimelerin Yerleri

Osman’la sohbet ederken, laf nasıl geldi hatırlamıyorum, “çok iyimsersin” dedi. Şaşırdım. Biraz eşeleyince… Galiba belirtmek gerekiyor. İnsanlık bu badireyi atlatınca başka bir faza geçecek. “Aha tam da benim istediğim kıvama gelecek” filan demiyorum. “Dünya şimdiki haliyle bana layık değil, hayat beni hak etmiyor ama ben, efendiliğimden, katlanıyorum bütün bu biçimsizliklere de, pandemi sonrası dünya kendisine

Uf Olmuş

Geçen gün dediğimi bir de başka türlü söyleyeyim. Başımıza kötü bir şey geldiğinde, onun kötücül bir öznenin marifeti olması gerekmez. Yani kötülüğün varlığı, kötü bir öznenin varlığını gerektirmez. Başımız dertte, eyvallah. Ama orada bir yerlerde, kapitalizm, küreselleşme, üst akıl ve sair bir veya birkaç özne “ulan şunların başını bir derde sokayım” demiş de başımıza gelenler

Kapitalizm Yaşlıları N’etsin?

Kapitalizm gençliği yüceltiyor, yaşlılığı aşağılıyormuş, çünkü yaşlıları lüzumsuz bir yük olarak görüyormuş. Artık üretici olmayan, dolayısıyla emeğini sömüremeyeceği yaşlıları… Filan. Akıllar böyle uzayıp gidiyor. Başkaları da diyorlardı ki, “ah eskiden yaşlılık böyle miydi?” Nasıldı? Yaşlı insan haddini ve yerini bilir, gençlere özenip kendisini sokaklara, kıyılara atmaz, lüks ciplerin direksiyonlarına kurulmaz, Louis Vuittonların filan peşinden koşmaz,

Küresel ve Yerel

Dennis Carroll’la yapılan bir söyleşiyi Tarkan Tufan Gazete Duvar için tercüme etmiş, sağ olsun. Carroll’ü Netflix’in Pandemic dizisinde görmüştük. Olmayacak yerlerde karşımıza çıkıyor ve haritaya yukarıdan bakan bir bilge insan gibi bize yol gösteriyordu, bir nevi. İşbu söyleşide de akıllıca bir yığın laf etmiş. O da sağ olsun. Carroll’ün ne yapmaya çalıştığını tam olarak anlamış

Sıhhat

Kuhn’un Bilimsel Devrimlerin Yapısı adlı kitabının ardından ateşli tartışmalar yaşandı —Türkiye’de de ama daha çok dünyada. Bana çok da dokunmadı o tartışmalar çünkü kitaptan bana kalan kavrayışa teğet geçiyordu çoğu. Kuhn’u okuyana kadar bana öyle geliyordu ki, mesela sıhhat kelimesi, her devirde hep aynı manaya gelmişti ve meseleye azıcık aşina olan herkes için de aynı