Yeni Türkiye

Can Kozanoğlu, 1980’leri eleştirmek için Cilalı İmaj Devri adıyla bir kitap yazmıştı. Turgut Özal, Sezen Aksu, Mustafa Denizli gibi bölüm başlıkları olduğunu hatırlıyorum. Tastamam aynı mantıkla ve yapabildiğim ölçüde benzer bir üslupla Yontma Etiket Devri diye bir kitap yazdığımı daha önce söylemiştim. Benim kitabımın bölümleri de, tabii olarak, Süleyman Demirel, Orhan Gencebay, Coşkun Özarı gibi başlıklar taşıyordu.

Siz hangi üçlüyü tercih edersiniz?

Demiştim, tekrarlayayım: Özal’a ve 80’lere söveceksek sövelim, ama 70’lerden bir hoşluk imal etmeye kalkan olursa, külahları değişiriz. 70’lerde Malta’ya filan yenilmeye başlamıştık. Ama asıl mühimi, bunda bir tuhaflık görmüyorduk. Biz daha iyisini hak etmiyorduk. Elbette olsa olsa Doğan görünümlü Şahinlere binecektik. Elbette onları edinmek için kuyruğa girmemiz gerekiyordu. Elbette sıra bize gelmeden, parasını ödediğimiz araca zam yapılırsa, sineye çekmemiz lazımdı. Elbette Ankara’dan Eskişehir’e yazdırdığınız telefon altı saatte bağlanmayabilirdi. Filan.

Hepsi normaldi. Bunları ve daha bir yığın kalitesizliği yadırgamak ise ayıptı. Neden öyleydi? Öyleydi, sormak da ayıptı. Üstelemek suçtu.

***

Çocuk yaşta ailemden ayrılıp gurbette okumaya başladım. Ömrüm otogarlarda ve dinlenme tesisi adı verilen viranelerde geçti. Kendimi en aşağılanmış hissettiğim, en çok tiksindiğim yerlerdi otogarlar ve dinlenme tesisleri. Bunu bir kenara yazın.

6 Kasım 1983’te herkes oy kullanırken, ben Erzincan’a birliğime teslim olmak üzere yollardaydım. Özal iktidarının ilk günlerinde, sivil hayattan kopuk bir ortamda yaşadım yani. Hayatla irtibatımız gazetelerdi ve onlar da “Kasap KDV fişi isteyen müşteriyi doğradı” türünden haberlerle dolu çıkıyordu. Dolayısıyla, ben terhis olmadan Özal’ın asılacağından hiç şüphe etmeden yaşadım dört ayı. “Gecikti ama eli kulağındadır” duygusuyla teskeremi aldım. Erzincan’dan bindiğim otobüsten “inersem beni yine geri götürebilirler” kaygısıyla, ta Kırıkkale’ye kadar inmedim. Nihayet Kırıkkale’de verilen molada, herhalde kendimi emniyette hissetmiş olacağım, indim. Tuvalete gittim. Aman Allah’ım! Tertemiz idiler. Ellerimi yıkamak için musluğu açtım, sıcak su akıyordu. Yaşadığım şoka bir mana veremeden, bir çorba içmek için restoran kısmına girdim, gözlerime inanamadım. Tertemiz bir ortamda, doğru dürüst bir servis vardı.

Ankara’dan Eskişehir’e geçtim. Birkaç gün sonra da Eskişehir’den İzmir’e… Kula’da mola verildiğinde, çaresiz indim. Ve Kırıkkale’dekine benzer şartlarla karşılaştım. Birileri bizi adam yerine koymaya başlamıştı ve benim bunun sebebini anlayacak kapasitem, hayra yoracak iyimserliğim yoktu.

Yıllar geçti. Eskişehir’den İzmir’e gitmek üzere, kızım ve annesiyle otobüse bindik. İzmir’den Bodrum’a geçecektik ve Bodrum biletlerini de almıştım. Lakin otobüs arızalıydı. Ön kapısı kapanmıyordu. Şoför öyle gitmekte ısrar etti. Ama yolcular katlanamadılar. Kütahya’yı geçmiştik ki, kenara çekip durduk. Yeni bir otobüs beklemeye başladık. Bodrum otobüsünü kaçırmıştık. Burnumdan soluyordum.

Diğer otobüs geldi. Yeniden yola düzüldük. Kula’ya geldik. Aynı dinlenme tesisinde durduk. Biraz kendime gelirim ümidiyle indim. Tuvaletler perişandı. Kahvaltı tepsisindeki reçeli açtım. Bozuktu. Tereyağını elime aldım, her yanıma sıvaşıverdi. Çaresizlik içinde, neler olduğunu anlamaya çalışırken, yanıma genç bir çift oturdu. Bizimkine benzer bir maceraları olmuş, Ankara’dan Kula’ya sekiz saatte ancak gelebilmişlerdi. Onlar da İzmir’den bağlantılı bir aracı kaçırmışlardı ve kız oğlanı, yanlış hesap yaptığı için suçluyordu. Yani yaşadığım skandal istisnai bir şey değildi. Bir yığın şey aksayıp duruyordu. Ne zamandır unuttuğum şeyler oluyordu. Ne oluyordu?

Otobüsün merdivenlerinden çıkarken birden beynimde bir şimşek çaktı: Demirel Başbakan olmuştu. Memleketin bütün vasıfsızları, bütün kalite düşmanları, Ankara’da, hanidir özledikleri fenerin ışıldıyor olduğunu görmüşlerdi. Bize, bizim müstahak olduğumuzu düşündükleri mal ve hizmetleri sokuşturarak, zaferlerini kutluyorlardı.

***

Sözünü ettiğim şeylerin sadece sembolik değerleri olduğunun elbette farkındayım. Ama onlardan yola çıkarak bir genelleme yapmıyorum. Tersine, memleketin genel ruh durumundaki değişimi zaten hissetmiş ve az çok adlandırmış olduğum için, yaşadığım bu olaylara sembolik değerlerini atıyorum. Demirel, kalite düşmanı bir adamdı. Kalite düşmanı bir toplum imal etti. Sadece Demirel’e oy verenler değil, hatta daha çok ona karşı olanlar kalite düşmanı oldular. Onunla rekabet etme tarzları, ondan da çok kalite düşmanlığı yapmaktı. Mesela Dev-Yolcu birinin yanında kalite sözü etmek, ayıptan fazla bir şeydi. Demirel bizim iyi bir şeylere layık olmadığımızı düşünüyordu. Karşısındakiler, onun kerhen vermeye razı geldiğini bile bize çok görüyorlardı.

***

Bu kadar gevezeliği şundan ettim: Erdoğan kendi fotoğrafının Menderes ve Özal’ın fotoğraflarının yanına basılmasından haz duyuyor. Menderes’i bilmem ama Erdoğan asla bir Özal değil. O bir Demirel. Yeni bir Demirel. Demirel’in efsanesi “altı kere gidip yedi kere gelmek”lerden dokunmuştu. Erdoğan’ınki de bilmem kaç seçim üst üste kazanmaktan… Ama işte hepsi o kadar. Ortada yoğun bir kalitesizlik kokusu var. Daha acısı, herkes bu kalitesizliğe razı edildi.

Ahalinin hak ettiğinden de fazlasına talip olduğunu 80’lerde gördük. Dolayısıyla bahse konu olan razılık gönüllü ve derinlerde kodlanmış bir şey değil. 70’lerin kalitesizliğine ahali, komünizm tehdidiyle razı edildiydi. Erdoğan aynı rızayı alabilmek için 1940’lardan tehdit imal ediyor.

Demirel Türkiye’sinde, herhangi bir işi doğru dürüst yapacak vasfa sahip olamayanlar, ya antikomünist olmakla veya komünist olmakla, muhtelif makamları ele geçiriyorlardı. Antikomünist veya komünist bile olamayacak kadar vasıfsızdılar ama hemen her yerde kararları onlar veriyorlar, gazetelerde onlar yazıyorlar, okullarda onlar öğretmenlik yapıyorlardı. Erdoğan Türkiye’sinde durum tastamam aynı. Bir yanda badem bıyığından ve karısının başörtüsünden başka hiçbir vasfı olmayan bir yığın zibidi Rektörlük, Genel Müdürlük filan yapıyor. Öte yanda da mesela Aziz Kocaoğlu, ailemin yaşadığı İzmir’de, Atatürk billboardlarıyla seçime girip kazanıyor. Kendi yaşadığım Çankaya’da, kaldırımları doğru dürüst yapmaktan aciz başka zibidiler üst üste seçim kazanıp duruyorlar.

Erdoğan’ın Yeni Türkiye’si bu.

Politik•a•politik sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya devam et